Suudi Arabistan ve Katar arasındaki husumet yeni değil. Dışarıdan bakıldığında her ikisi de Arap, her ikisi de Müslüman. Üstelik iki ülke birbirine komşu. Ama bütün bunlar, aradaki hasmane ilişkiyi engellemeye yetmiyor. Körfezin iki zengin ülkesi arasındaki uçurumun giderek genişlediğini söyleyemem. Ama derinleştiğine kuşkum yok. Bunun nedenlerine tarihte kısa bir gezinti ile göz atalım.
Hak ile Yeksan olan Doha’dan Bugünkü Katar’a
Bugünün 11.500 km kare yüzölçümlü ve sadece 2.7 milyon nufuslu ülkesi Katar, inci avcılarının ve inci tüccarlarının, 1700 lerde oluşturduğu bir yerleşim yeri. Katar ilk ve en önemli sınır çatışmasını, 1867 yılında komşusu Bahreyn ile yaşamış. Tarih o yıl Doha’nın yerle bir olduğunu kaydediyor. Ama aynı yıl inci avcıları, İngiliz’lerden, Bahreyn’den kopuş ve tam bağımsızlık sözü almış. Sonra Doha Emiri, Osmanlı’lara da yaslanmayı denemiş. 1871-1913 arasında, can çekişen imparatorluk, yardım isteyen eli geri çevirmemiş ve oraya bir Osmanlı garnizonu göndermiş. Bu destek, Katar’ın bağımsızlık hayallerine engel olamamış. Osmanlı’ya karşı bir minnet duygusu da yaratmamış.
1916, takvimin Katar’da Büyük Britanya himayesine işaret eden yıl. 1930 ve 1950 arasında bulunan doğal gaz ve petrol rezervleri, Katar’a kendi ayakları üzerinde durabilecek müreffeh bir ülke olma imkanı sağlayınca, 1968 yılında İngiliz’ler askeri varlıklarını buradan çekmeye karar vermiş. Önce Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri(BAE) ile bir federasyon kurması önerilse bile, 1971 de Katar, bağımsız bir ülke haline gelmiş.
Katar’ın sonraki ufkunda, petrol krizleri ile zenginleşme, modernleşme, İran tehdidine karşı Arap komşuları ile Körfez İşbirliği Konseyi(GCC) çatısı altında buluşma, nihayet dünyada, ticaret görüşmelerinden, spor turnuvalarına kadar her alana bir Doha damgası vurma var. Bunları hep rasyonel ekonomik kararları, ideolojik yaklaşımların dışında tutmak erki var. Katar, Doha ve çevresinde gerçek bir uygarlık yaratmış. Ama şimdi yine neden Körfezin altı üstüne geliyor, bunlara rahat mı batıyor diye sorulursa cevap hazır.
Sorunlar hiç Bitmemişti ki
Katar geçimsiz bir coğrafyada, ideolojiden uzak bir rasyonalite sürdürürken, dünya üzerindeki itibarı elbette daha yüksekti. Ama komşuları ile sorunları hiçbir zaman tamamen çözülmemişti. 1981 yılında el sıkışıp ortak olduğu GCC, gıpta edilecek bölgesel bir ekonomik işbirliği örneği olsa bile, komşular arasındaki rekabet ateşini, söndürmemiş, sadece küllendirmişti. Katar’ın tam bağımsızlığını asla içine sindirmeyen Bahreyn ile ilk önemli sürtüşmesi, 1991 yılında meşhur Körfez savaşı sırasında alevlendi. Konu Birleşmiş Milletler Adalet Divanına intikal etti. Soruna konu olan ada, ana kara ve deniz sınırı anlaşmazlığı yatışır gibi oldu. BM kararı ile, sürtüşmeye konu olan Hawar adası Bahreyn’e kalırken, Zubara ve Cenan Katar’a bırakıldı. Böylece Birleşmiş Milletler de kedi olalı bir fare tuttu.
Suudi Arabistan ile Katar’ın sorunları ise, 1965 yılında yine kara sınırları nedeni ile başladı, 1992 yılında zirveye ulaştı. Üç Bedevi’nin yaşamını yitirdiği ateş teatisinde, neyse ki iş kısa sürede tatlıya denemese bile mayhoşa bağlandı. İki ülke, 1996 da bir geçici sınır belirleme anlaşması bile yaptı. Ancak sınır meselesinin hukuki güvenceye alınması işi, 2008 yılına kadar uzadı. Arada ipler zaman zaman o denli gerildi ki, 2000 yılında Suudi Arabistan, Doha’da yapılan İslam Konferansı’nı boykot edecek kadar ileri gittii. Sonra hep karşılıklı restleşmeye tanık oldu dünya. Diplomatların sıkça karşılıklı geri çekilmesi, Suudi Arabistan ile Katar arasında diplomatik çözüm üretme platformlarına pek az şans bıraktı.
Doğal Gaz Sorunun Ağırlığı Dayanılır gibi Değil
Sanırım doğal gaz boru hattı projeleri Katar’ın, yakın ve o kadar da yakın olmayan Suriye gibi komşuları ile arasını iyice açan yeni bahaneler oldu. Alıngan Suudi’ler, iyice açık hale gelen ekonomik rekabet nedeni ile Katar’dan kendilerine doğru esen rüzgardan bile nem kapmaya başladılar. Hafsala özgür düşünceyi kabulenmeye yeterli olmayınca, 2002 de El Cezire’nin bir yorumu bile Doha’dan büyükelçi çektirmeye yetti. Oysa, Kuveyt’e, 2000 yılında Katar’dan döşenecek boru hattı için onay verir gibi yapmışlardı. Bir punduna getirip, boruların Suudi topraklarından geçmesi iznini altı yıl sonra, askıya aldılar. Kuveyt de bundan zarar gördü, Katar da. Suudi Arabistan, alternatif bir boru hattının(Yunus-Dolphin) BAE ve Umman üzerinden geçmesine de , Bahreyn ile yapılabilecek bir başka projeye’de karşı çıktı. İpleri, borular üzerinden geren Suudi Arabistan, kerhen 2008 sınır anlaşmasını onaylasa bile pamuk ipliğine bağlı ilişkiler, 2014 yılına kadar derin dondurucuya kondu. Zaten Arap Baharı’nın fırtınası sadece Bahreyn’i etkiledi.
Ve 2014 yılından Bugüne: Katar Suyu Bulandıran bir Kuzu mu?
Artık Katar da bir başka yöne savrulmaya, tercihlerini ideolojik bir kisveye büründürmeye başlamıştı. BAE ve Suudi Arabistan ortak bir cepheden, Katar’ın Müslüman Kardeşler’e destek verdiğini ve aralarındaki 2013 tarihli güvenlik anlaşmasını ihlal ettiğini iddia ettiler. Üstelik bu iddiada yanlız da değillerdi. Mısır ve Bahreyn de iddia makamına katıldı. Büyükelçiler yine karşılıklı geri çekildi. El Cezire’nin yayınları engellendi. 2014 yılının Kasım ayında ilişkiler normal seyrine döndü gibi gözükse bile 2015 de, Katar yeniden, terörism’i desteklemekle suçlandı.
Uzlaşma çabaları dikiş tutmuyordu. 2016 da Doha’ya yapılan en üst düzeyli ziyaret bile semeresini veremedi. Oysa Katar, Yemen’deki Suudi Koaliyonu’nun bile bir parçasıydı. BAE de yangına körükle gitmeye başlayınca, Mayıs 2017 den itibaren zahiri bir takım nedenlerle, yine ipler gerilmeye başladı. Trump’ın kılıç dansı ile özgüven kazanan Suudi’ler Katar’a karşı terörü desteklediği iddiasıyla, yeni bir huruç harekatına girişti. Tabii burada kim kurt, kim kuzu belli değil. Suudi’ler besbelli kurt. Ama Katar da kuzu değil. Gelişen olaylarda, Katar’ın ideolojik tercihlerinden öte, ekonomik çıkar çatışmalarının olduğunun bilinmesi önemli.
Bu bağlamda Suudi Arabistan, müttefikleri ile, kuzu kılığındaki Katar’a Haziran başından beri, çeşitli yaptırımlar uygulama peşinde. Bunların içinde kara listeye alınan Katar vatandaşları ve şirketleri olduğu gibi, kara, hava ve deniz ablukası uygulamaları da var. Yemen koalisyonundan, İran’ın ekmeğine tereyağ sürercesine, Katar’ı dışlamakta.
Şimdi İran ve Türkiye birlikte, Katar’a ortak destek olma hevesinde. Türkiye ise, Kuveyt’in rolünü görmezden gelircesine arabulucu rolü oynama arzusunda. Oysa Türkiye’nin bu açıdan karnesinin çok iyi olduğunu söylemek zor. Türkiye, Katar ile olan ekonomik bağlarının önemine vakıf olsa bile arabuluculukta ihtiyatlı davranması ve/veya Kuveyt’den rol çalmaması bence önemli.
Hak ile Yeksan olan Doha’dan Bugünkü Katar’a
Bugünün 11.500 km kare yüzölçümlü ve sadece 2.7 milyon nufuslu ülkesi Katar, inci avcılarının ve inci tüccarlarının, 1700 lerde oluşturduğu bir yerleşim yeri. Katar ilk ve en önemli sınır çatışmasını, 1867 yılında komşusu Bahreyn ile yaşamış. Tarih o yıl Doha’nın yerle bir olduğunu kaydediyor. Ama aynı yıl inci avcıları, İngiliz’lerden, Bahreyn’den kopuş ve tam bağımsızlık sözü almış. Sonra Doha Emiri, Osmanlı’lara da yaslanmayı denemiş. 1871-1913 arasında, can çekişen imparatorluk, yardım isteyen eli geri çevirmemiş ve oraya bir Osmanlı garnizonu göndermiş. Bu destek, Katar’ın bağımsızlık hayallerine engel olamamış. Osmanlı’ya karşı bir minnet duygusu da yaratmamış.
1916, takvimin Katar’da Büyük Britanya himayesine işaret eden yıl. 1930 ve 1950 arasında bulunan doğal gaz ve petrol rezervleri, Katar’a kendi ayakları üzerinde durabilecek müreffeh bir ülke olma imkanı sağlayınca, 1968 yılında İngiliz’ler askeri varlıklarını buradan çekmeye karar vermiş. Önce Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri(BAE) ile bir federasyon kurması önerilse bile, 1971 de Katar, bağımsız bir ülke haline gelmiş.
Katar’ın sonraki ufkunda, petrol krizleri ile zenginleşme, modernleşme, İran tehdidine karşı Arap komşuları ile Körfez İşbirliği Konseyi(GCC) çatısı altında buluşma, nihayet dünyada, ticaret görüşmelerinden, spor turnuvalarına kadar her alana bir Doha damgası vurma var. Bunları hep rasyonel ekonomik kararları, ideolojik yaklaşımların dışında tutmak erki var. Katar, Doha ve çevresinde gerçek bir uygarlık yaratmış. Ama şimdi yine neden Körfezin altı üstüne geliyor, bunlara rahat mı batıyor diye sorulursa cevap hazır.
Sorunlar hiç Bitmemişti ki
Katar geçimsiz bir coğrafyada, ideolojiden uzak bir rasyonalite sürdürürken, dünya üzerindeki itibarı elbette daha yüksekti. Ama komşuları ile sorunları hiçbir zaman tamamen çözülmemişti. 1981 yılında el sıkışıp ortak olduğu GCC, gıpta edilecek bölgesel bir ekonomik işbirliği örneği olsa bile, komşular arasındaki rekabet ateşini, söndürmemiş, sadece küllendirmişti. Katar’ın tam bağımsızlığını asla içine sindirmeyen Bahreyn ile ilk önemli sürtüşmesi, 1991 yılında meşhur Körfez savaşı sırasında alevlendi. Konu Birleşmiş Milletler Adalet Divanına intikal etti. Soruna konu olan ada, ana kara ve deniz sınırı anlaşmazlığı yatışır gibi oldu. BM kararı ile, sürtüşmeye konu olan Hawar adası Bahreyn’e kalırken, Zubara ve Cenan Katar’a bırakıldı. Böylece Birleşmiş Milletler de kedi olalı bir fare tuttu.
Suudi Arabistan ile Katar’ın sorunları ise, 1965 yılında yine kara sınırları nedeni ile başladı, 1992 yılında zirveye ulaştı. Üç Bedevi’nin yaşamını yitirdiği ateş teatisinde, neyse ki iş kısa sürede tatlıya denemese bile mayhoşa bağlandı. İki ülke, 1996 da bir geçici sınır belirleme anlaşması bile yaptı. Ancak sınır meselesinin hukuki güvenceye alınması işi, 2008 yılına kadar uzadı. Arada ipler zaman zaman o denli gerildi ki, 2000 yılında Suudi Arabistan, Doha’da yapılan İslam Konferansı’nı boykot edecek kadar ileri gittii. Sonra hep karşılıklı restleşmeye tanık oldu dünya. Diplomatların sıkça karşılıklı geri çekilmesi, Suudi Arabistan ile Katar arasında diplomatik çözüm üretme platformlarına pek az şans bıraktı.
Doğal Gaz Sorunun Ağırlığı Dayanılır gibi Değil
Sanırım doğal gaz boru hattı projeleri Katar’ın, yakın ve o kadar da yakın olmayan Suriye gibi komşuları ile arasını iyice açan yeni bahaneler oldu. Alıngan Suudi’ler, iyice açık hale gelen ekonomik rekabet nedeni ile Katar’dan kendilerine doğru esen rüzgardan bile nem kapmaya başladılar. Hafsala özgür düşünceyi kabulenmeye yeterli olmayınca, 2002 de El Cezire’nin bir yorumu bile Doha’dan büyükelçi çektirmeye yetti. Oysa, Kuveyt’e, 2000 yılında Katar’dan döşenecek boru hattı için onay verir gibi yapmışlardı. Bir punduna getirip, boruların Suudi topraklarından geçmesi iznini altı yıl sonra, askıya aldılar. Kuveyt de bundan zarar gördü, Katar da. Suudi Arabistan, alternatif bir boru hattının(Yunus-Dolphin) BAE ve Umman üzerinden geçmesine de , Bahreyn ile yapılabilecek bir başka projeye’de karşı çıktı. İpleri, borular üzerinden geren Suudi Arabistan, kerhen 2008 sınır anlaşmasını onaylasa bile pamuk ipliğine bağlı ilişkiler, 2014 yılına kadar derin dondurucuya kondu. Zaten Arap Baharı’nın fırtınası sadece Bahreyn’i etkiledi.
Ve 2014 yılından Bugüne: Katar Suyu Bulandıran bir Kuzu mu?
Artık Katar da bir başka yöne savrulmaya, tercihlerini ideolojik bir kisveye büründürmeye başlamıştı. BAE ve Suudi Arabistan ortak bir cepheden, Katar’ın Müslüman Kardeşler’e destek verdiğini ve aralarındaki 2013 tarihli güvenlik anlaşmasını ihlal ettiğini iddia ettiler. Üstelik bu iddiada yanlız da değillerdi. Mısır ve Bahreyn de iddia makamına katıldı. Büyükelçiler yine karşılıklı geri çekildi. El Cezire’nin yayınları engellendi. 2014 yılının Kasım ayında ilişkiler normal seyrine döndü gibi gözükse bile 2015 de, Katar yeniden, terörism’i desteklemekle suçlandı.
Uzlaşma çabaları dikiş tutmuyordu. 2016 da Doha’ya yapılan en üst düzeyli ziyaret bile semeresini veremedi. Oysa Katar, Yemen’deki Suudi Koaliyonu’nun bile bir parçasıydı. BAE de yangına körükle gitmeye başlayınca, Mayıs 2017 den itibaren zahiri bir takım nedenlerle, yine ipler gerilmeye başladı. Trump’ın kılıç dansı ile özgüven kazanan Suudi’ler Katar’a karşı terörü desteklediği iddiasıyla, yeni bir huruç harekatına girişti. Tabii burada kim kurt, kim kuzu belli değil. Suudi’ler besbelli kurt. Ama Katar da kuzu değil. Gelişen olaylarda, Katar’ın ideolojik tercihlerinden öte, ekonomik çıkar çatışmalarının olduğunun bilinmesi önemli.
Bu bağlamda Suudi Arabistan, müttefikleri ile, kuzu kılığındaki Katar’a Haziran başından beri, çeşitli yaptırımlar uygulama peşinde. Bunların içinde kara listeye alınan Katar vatandaşları ve şirketleri olduğu gibi, kara, hava ve deniz ablukası uygulamaları da var. Yemen koalisyonundan, İran’ın ekmeğine tereyağ sürercesine, Katar’ı dışlamakta.
Şimdi İran ve Türkiye birlikte, Katar’a ortak destek olma hevesinde. Türkiye ise, Kuveyt’in rolünü görmezden gelircesine arabulucu rolü oynama arzusunda. Oysa Türkiye’nin bu açıdan karnesinin çok iyi olduğunu söylemek zor. Türkiye, Katar ile olan ekonomik bağlarının önemine vakıf olsa bile arabuluculukta ihtiyatlı davranması ve/veya Kuveyt’den rol çalmaması bence önemli.