Sözde Ermeni soykırımını inkar edenlerin cezalandırılmasını öngören talihsiz bir yasanın Fransız yasama meclisinden geçirilmeye çalışıldığı şu sırada gösterdiğimiz yoğun lobi faaliyetiyle, TBMM’nin ortaya koyduğu hassasiyetin çok yerinde ve gerekli olduğu aşikardır. Böylesine kabul edilmez bir haksızlığı önlemek için elden gelebilecek her yönteme başvurmaklığımız elbette doğaldır.
Ancak kabul etmek gerekir ki, Fransa’daki bu fırtınanın, bugün geçiştirilse bile, yarın başka bir vesile ile yeniden başlamayacağını kimse garanti edemez. Çünkü Fransa’da Ermenilere arka çıkmak, onları himaye etmek, siyaset ve rey kaygıları bir yana, bir nev’i entelektüel icap sayılmaktadır. Bu da bizi, gündelik tepkilerle birlikte, her şeyden önce ve mutlaka uzun vadeli çalışmalara sevkedecek bir amil olarak görülmelidir. Kanımca esas noksanımız buradadır.
Bu türden çabalar meyanında, hiç şüphe yok ki, kitap ve görsel yayınlar başta gelmektedir. 1915 olaylarının gerçek yüzünü, ayrıntılı belge ve argümanlarla ortaya koyan kitap ve etüdlerin sayısı bizde maalesef çok azdır. Hele yabancı dilde yazılmış olanlar iyice sınırlıdır. Halbuki Ermeniler , Batı’nın da yakın ilgi ve desteğiyle, bu yoldaki kampanyaya ta 1930’larda başlamışlardır. Yayınladıkları kitapların çoğu Cenevre baskılıdır.
Bu dengesizliği, 1977 de Başkonsolos olarak görev yaptığım San Fransisko’da yakından müşahede etmiştim. Berkeley Üniversitesinde Ermeni öğrenciler bir haftalık bir ihbarla , Ermeni tezlerini savunan yüzlerce kitap sergilemişlerdi. Rektör nezdinde girişimde bulunmuş ve Türkiyeyi karalamayı hedef edinen bu serginin kaldırılmasını talep etmiştim. Rektör olumlu cevap vermiş ve sergi toplattırılmıştı. Ancak bir süre sonra benzer bir teşebbüs tekrar edildi. Bu defa Rektörün bana cevabı farklı olmuştu; ‘ sergiyi kaldıramam, ancak elinizde mukabil yayınve kitaplar varsa, siz de ayni yerde bunları teşhir edebilirsiniz ‘ diye.
Yayın yokluğundan bu fırsatı kullanamamıştım.
Fransa gibi bize müzahir olmayan toplumlarda kamuoyu oluşturmak, yapmaklığımız gereken ikinci uzun vadeli iştir. Bunda bir yandan, köklü ekonomik ve ticari bağımlılık yaratma saikiyle hareket ederken, diğer taraftan da, özellikle Fransa’nın bir nev’i büyüklük tutkusu olarak çok önem atfettiği, Fransız dil, edebiyat ve kültürünün ülkede, imkanlar ölçüsünde yaygınlaştırılmasına çaba göstermeliyiz. Aslında bu sonuncu konuda ülkemizde tarihi çok gerilere giden bir uygulama ve an’ane de mevcuttur. Türk inteligiası Fransız dili ve kültürüyle temayüz etmiştir. Fakat bu trendin son yıllarda önemli ölçüde ihmal edilmiş olduğunu görüyoruz. Yönetimde olsun, diğer katmanlarda olsun, Fransayı tanıyan ve etkileyebilecek durumda olanların sayısı çok azalmıştır.
Diğer önemli sayılacak bir husus da, Fransa’nın ötedenberi hep kollanmak istemesidir. Örneğin, Türkiyemizin Avrupada yıllarca en yakın ve muteber dost olarak Almanyayı görmesi, Fransa nezdinde hep kıskançlık yaratmıştır. Fransa, biz de varız, bizi de görün demiştir. Bir çok ahvalde Fransa bu yüzden bize kapris yapmış ve sorun çıkarmıştır.
Günümüzün acil sorunundan bağımsız olarak, bütün bu düşünceler, uzun vadeli arka plan çalışmalarına belki faydası olur diye hatırlatılmak istenmiştir.
(asula@ttmail.com)