Konumuz yorgunluk...
Hayır, hayvanların bedensel, insanların ise hem bedensel hem zihinsel olarak sarf ettikleri efor sonrası ortaya çıkan fizyolojik neticeyi kastetmiyorum.
Binalarda, onu ayakta tutsun diye, veya fabrikaların üretim bantlarında kullanılan demir var ya; işte onun yorgunluğu mevzumuz.
Evet kastettiğim Metal yorgunluğu.
Oradan paradigmaya yumuşak bir geçiş deneyeceğiz.
Biliriz ki zaman her şeyi yavaş yavaş eskiterek yorar ve aşındırır. Tabiattaki ve fizikteki kurallar da genellikle sosyal normlara örneklik teşkil ederler.
...
Metal yorgunluğunun aşamaları şunlar;
1. Üzerindeki yapının dayanılmaz ağırlığı, eğriliği ve zaman unsuru baskı yapıp metalde çatlaklara yol açar
2. Ağırlık ve eğrilik kalkmaz ya da aynı oranda baskı devam edip zaman da akmayı sürdüreceğine göre çatlaklar ilerler ve derinleşir
3. Kırılma, kopma ve yıkılma son aşamadır; Restore edilmez veya daha dayanıklı başka bir metal, yıprananın yerine ikâme edilmezse kaçınılmaz sonuçtur.
Aslında yaşadıklarımız doğmak, yaşamak/yaşlanmak ve ölmek gibi tüm fiziksel ve sosyal alanlarda bundan ibaret.
Günümüzdeki neredeyse bütün hakim paradigmalar, metal yorgunluğu benzeri bir “yorgunluk“ içerisindeler. Bir çok alanda çatlaklar oluşmuş hatta bazı alanlarda ikinci aşama olan yarılmalar derinleşip ilerlemekte.
Kısaca hâlihazırdaki normatif elbise, artık insanlık bedenine dar geliyor. Çünkü insanlık, insanî hasletleri ile birlikte yerel ya da bölgesel değil bu kez küresel olarak gelişiyor. Fizikteki birleşik kaplar deneyinde olduğu gibi dünyanın ilgisiz ve küçük görünen herhangi bir yerindeki yerel veya bölgesel sabit sorun diğer bölgelerin dengelerini de fiili veya normatif olarak etkileyen likit bir mesele haline geliyor.
Batı topumlarında demokratik yorgunluktan bile söz edilebilir.
Özgürlük çıkışlı Arap Baharı, ekonomi merkezli Avrupa Kışı ve adil paylaşım odaklı Occupy, İşgal eylemlerinin hepsi paradigmadaki yorgunluğun açığa çıkardığı çatlakların belirtileri. Bazı çatlaklar yürüyor. Küresel adaletin hakim olacağı, dip dalga taleplerinin karşılanacağı bir sistem, artık arkaik olmaya yüz tutmuş mevcut yapının yerine ikame edilmezse dünyada kaos ipleri eline alacak.
Elbette değişimlerin gerçekleşmesi zamana yayılacaktır. Ama süre kısaldı.
Hatırlayalım; Mağrip’li çocuklar Paris’i yakmayı denemişlerdi. Ardından Londra’da bir siyahi gencin polis tarafından öldürülmesiyle kalkışma ve ardından yağma olayları yaşanmıştı. Arap Baharı’ndan ve Wall Street’i İşgal hareketinden çok önce Avrupa’nın göbeğinde yaşanan her iki olay da aslında sokaklarda yaşanacakların öncülü ve uyarısı gibi duruyordu. Ancak Avrupalı devlet adamları bunu okuyamadılar.
Batı’daki İktisadi kriz siyasi krizleri de tetiklemeye başladı.
15 Eylül 2011 tarihindeki yazımda, henüz Papandreu ve Berlusconi ülkelerinde başbakan iken; “Göreceksiniz, Avrupa sokakları bir iki yıl içinde seçimlerle liderlerini, sonbahar yaprakları gibi tek tek dökecekler“ demiştim. Ancak Yunanistan ve İtalya’nın kapitalizmin kapitülasyonları sebebiyle demokrasiyi baypas edeceğini öngörememişim. “Demokrasinin beşiği“ ve “ideal demokrasinin kemâle erdiği“nin iddia edildiği Avrupa’da bu ilk kez yaşanıyor. Borçların tahsili için (şimdilik) iki ülkede teknokrat hükümetleri devrede.
Lider değişimleri Avrupa’da PİGS (domuzlar) diye anılan Portugal, İtaly, Greece, Spain ülkelerinde başladı. Yunanistan ve İtalya, İspanya ile birlikte dökülen ilk yapraklar. Muakalenin kâğıt üzerinde yaptırdığı öngörü gerçekleşiyor. Akıl yürütme, yaprak dökümünün diğerleri ile süreceğini söylüyor.
Osmanlı’da olduğu gibi Düyun-u Umumiye’de ve klasik anlamıyla kapitülasyonlarda devlet(ler)in başka bir devletten alacağı söz konusudur. Ancak günümüzde ‘Genel Borçlar’ın tahsilinde devrede olan, devletlerin yanısıra küresel sermayedir de. Bu yönüyle parametre değişmiştir.
Yaşanan siyasi lider ve teknokrat değişimleri, çatlakların yürüdüğü paradigmayı değiştirmiyor. Sadece çatlakları sıva ile örtüyor.
Restorasyon çabaları yok değil, küçücük de olsa var; örneğin Avrupa’da borsalardaki çıplak açığa satış işlemleri krizle birlikte, düzen bozucu somut manipülatif sonuçları sebebiyle yasal dayanak oluşturulup yasaklandı. (Çıplak açığa satış; piyasada işlem gören ama elde olmayan bir değeri eldeymiş gibi fiyatının yükseleceği veya düşeceğini öngörüp kâr ekleyerek satmaktır. Gün sonunda ise piyasada oluşan fiyattan alış yapıp yerine iade edilir.)
Günümüz koşullarında sorun çözmekten uzak, eski meseleler bakiyede dururken, ardı ardına yeni çatışma ve sorun alanları üreten paradigmadaki yürüyen çatlakların çatırtıları tüm duyduklarımız. Kitlesel başkaldırı ve itirazlar, uluslararası ilişkilerin ve ekonomik sistemin kronikleşip kangrenleşmiş meselelerine bu kez temelden neşter vurulmasını kaçınılmaz hâle getiriyor.
Her türlü hegamonun ve paradigmanın sürdürülebilirliği adalete değil de savaş ve sömürüye dayanıyorsa o paradigmaya bağlı hegamonya bitmeye mahkûmdur.
Sorunları yıkıcı devrimler ve savaşlarla çözmeye çalışmak çağımızın gelişmişlik düzeyi şartlarında insanlığa yakışmayacağı gibi kitleler, liderlerde yaşanacak akıl tutulmasına da izin vermeyecek kadar bilinçlendi. Bunu en güzel örneğini bölgesel ve yerel afetlerde eskiden devletlerin “yapıyormuş gibi“ davranışlarının yerini, sivil insiyatifin yaptığı sınıraşan insanî yardımlarla görüyoruz. İnsanlık uluslararası maşer-i vicdandan beslenen bir bilinçle hareket ediyor.
Halklar liderlerin samimiyetten uzak, yapmacık politikalarını ve sonu gelmez siyasi ikbâl kavgalarını da çok çabuk fark ediyor.
Statükonun merkezlerinin sallanmaya başladığı ve çevrenin jeolosinin kaydığı bir paradigmal geçiş dönemi bu. Bir çok kişinin ve özellikle realistlerin düşündüğünün tersine, muakalem yaşananların Barış Çağının Kuluçka Dönemi olduğunu söylüyor.
Kısa mesaj:
Tarih tekerrürden ibaret değildir.
ihsantoy@tasam.org