Bugün ( 20 Ekim ) öğleden sonra, belli başlı uluslararası ajanslara düşen haberlere göre, Libya lideri Muammer KADDAFİ, uzun bir süreden beri saklanmakta olduğu Sirte’de yakalanmış ve öldürülmüştür.
Albay Kaddafi için çoktan beri hazırlanmakta olan bu akıbeti öğrendiğimde, iktidarda olduğu yıllarda sık sık tekrar edegeldiği öngörüsünü hatırlamadan edemedim.
Albay Kaddafi’ye göre. Batı ve kültürü, Libya’dan ve Libya halkından mutlaka uzak tutulmalıydı; zira bu kültür, masum Libya toplumunu ifsad edecek ve böylece geliştirilmeye çalışılan Cemahiriye düzenini rayından saptıracak, sonuçta halkın, ülke imkan ve kaynaklarından hakça yararlanmasının önünü tıkayacaktır.
Gerçekten, Trablus’ta görev yaptığım 1978-1985 yılları arasında Libya halkı hakikatte özgürlüklerin asgarisine bile yabancı idi. Toplum tümüyle, kendi içinde olduğu gibi, dış aleme de kapalı idi. Gündelik yaşam akşamları adeta gün batımında sonra erer, kepenkler istisnasız kapatılırdı. Sınırlı ve kontrollü folklör dışında,kültürel faaliyet ve etkinliğe yer yoktu. Sinema ve tiyatro mekanları düşünülmemişti. Yabancı basın sansür edilir ve ancak selektif olarak içeri sokulurdu.
Bu durum Batı tarafından Libya’ya 90 lı yıllarda uygulanmaya başlatılan ve dokuz sene kadar süren ambargoya kadar devam etti. Ambargo Libya’yı, tüm elverişli iktisadi olanaklarına rağmen, fiiliyatta çökertmişti. Başka çare kalmamıştı. Önceleri turizm ve yabancı yatırımlar yoluyla Batı ile iyi ilişkiler kurmak, geliştirmek ve Libya’ya, başta Avrupa Birliği olmak üzere, Batı’da makbul bir yer edindirmek artık kaçınılmazdı.
O kadar ki, bu genel hedef doğrultusunda Libya önce Lockerbe mağdurlarına yüklü tazminatlar ödemeyi kabul , ayrıca, nükleer silah yapım ve kullanılmasından feragat ettiğini ilan etti.
Bu yeni devirde Batılı Başbakanlar Trablus’ta arka arkaya ve sıkça görünmeye başladılar; petrol ve doğal gaz yatırımları yanında, silah alımları, büyük alt yapı ve şehircilik yatırımları Libya’nın cazibesini artırdı ve eski şöhreti tümüyle unutturdu.
Böylece Libya’ya giren Batı boş durmadı; hem Libya’dan yararlandı ve hem de halkı ve toplumu, Albay Kaddafi’nin düşündüğü gibi, ifsad etti ve bugünlerin tohumlarını attı.
Libya’nın ve Albay Kaddafi’nin sonu bana Sovyetlerin sonunu hatırlatıyor; dönemin lideri Brejnev de, Haziran 1975 de Helsinki Nihai Senedini, ülkenin içine sürüklendiği büyük iktisadi zorluklara bir çare olur diye imzalamış, ancak bu suretle Batı’ya kültürel faaliyet ve insan haklarını yaygınlaştırma ve koruma adına, içeriye girmenin ve sonunda rejimi yıkmanın yollarını bilmeyerek de olsa, açmıştı.