Stratejik Yorum No:260
Bugün Türkiye-AB ilişkilerinde karşımıza çıkan sorunların başında Kıbrıs konusu gelmekte.
Ancak Güney Kıbrıs Rum Kesimi 2004 yılında AB’ye tam üye olarak alınmış ve daha başından beri belli olan bir sorun Türkiye-AB ilişkilerini etkileyen bir faktör haline gelmiştir.Geldiğimiz noktada Güney Kıbrıs Rum Kesimi Türkiye kabul etmemiş olsa bile tüm Kıbrıs’ı temsil eden bir suje olarak AB müktesebatındaki yerini almıştır. Dolayısıyla da AB genişleme hukuku bağlamında Türkiye’nin tam üyelik müzakere sürecini veto edebilecek bir konum elde etmiştir. Bu nedenle de AB içerisinde Avusturya ve Fransa gibi yanına bulduğu birkaç devletle birlikte her fırsatta müzakereleri askıya alma kartıyla karşımıza çıkmakta.
Kıbrıs Neden Önemli?
Kıbrıs jeopolitik açıdan çok önemli bir yere sahiptir. Kıbrıs adası, jeolojik devirlerde, bir çöküntü nedeniyle Hatay bölgesinden ayrılmıştır. Adanın ilk sakinleri Anadolu’dan gelmişlerdir. Tarih boyunca ada, Mısırlıların, Hititlerin, Fenikelilerin, Asurların, Perslerin, Makedonya’nın, Roma İmparatorluğunun ve Arapların hakimiyeti altına girmiştir. Doğu Akdeniz’in o zamanki hakimi olan Osmanlı İmparatorluğu 1571 yılında 80 bin şehit vererek Kıbrıs’ı fethetmiştir. 1914 yılında İngiltere adayı ilhak edip, Lozan’da ise mülküne katmıştır.
Kıbrıs’ın stratejik konumu şu şekilde özetlenebilir: Avrupa Asya ve Afrika kıtalarının birbirine en yakın olduğu bölge olan doğu Akdeniz’de önemli bir noktadadır. Ada bölgenin en önemli iki su kaynağı olan boğazlar ve Süveyş kanalı arasındaki geçiş yolunda olup, öte yandan Avrasya Afrika bağlantısının önemli su havzalarından olan Körfez ve Hazar su havzaları ayrıca Aden ve Hürmüz su yollarının kontrolünde etkili olacak konumda olup, sabit bir üstür. Ada için uçak gemisi benzetmesi yapılması hiçte yanlış olmaz. Adaya sahip olan ülke Doğu Akdeniz’de güçlü olacaktır. Kıbrıs’ın bölgesel ve küresel politikalardaki etkinliğinin yüksek olmasından dolayı sadece Türk ve Rum toplumlarının dışında, bu sorun üzerinde oyunlar oynayan ve kendine çıkar sağlamaya çalışan başka aktörlerde vardır.
Kıbrıs sorunu Rum ve Türk gerilimi olmaktan çıkmış, Avrupa ve dünya sorunu haline gelmiştir. Özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde, değişen politikalar ekseninde Türkiye’nin ana gündeminde çok daha önemli bir yere oturmuştur. Ada, Türkiye’nin güvenliği, petrol, doğal gaz rezervlerinin dünya pazarlarına açılımı ve Baku-Ceyhan boru hattının güvenliği açısından büyük önem taşımaktadır. Ayrıca Türkiye, kendi çıkarları dışında, Kıbrıs Türk toplumunun güvenliği ve çıkarlarını da düşünmektedir. Kıbrıslı Türk toplumunun azınlık durumunda olmadığı, eşit statünün tanındığı ve eşit haklarla donatıldığı bir yönetim için çalışılmaktadır.
Kıbrıs’ın ve Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine aday olmaları, Yunanistan’ın AB üyeliği ile birleşince, Kıbrıs sorunu AB’ye taşınmış ve AB Kıbrıs sorununun taraflarından biri durumuna gelmiştir. Bu durum günümüz siyasal gelişmelerini doğrudan etkilemektedir. AB üyeliğinin siyasi kriterleri; demokrasi ve hukukun üstünlüğü, insan hakları, azınlıklara saygı iken Türkiye’den Kıbrıs konusunda AB’de hiçte yeri olmamasına rağmen tavizler istenmektedir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Türkiye’nin AB’ye girişi konusundan veto hakkına sahiptir. Bunu kullanarak, resmi olarak tanınma ekseninde, Rumlar tüm dikkatlerini limanların açılması konusuna çevirmişlerdir. Şayet Türkiye Rumlara limanlarını açarsa, Rum Yönetimi bunu, siyasi ve iç politika oyununda Türkiye’nin Rumları tanıdığı çerçevesine getireceklerdir. İşte bu yüzden Türkiye bunu kabul etmemektedir. Türkiye, KKTC’ye uygulanan ambargonun kaldırılmasını beklemektedir ve bu konuda ilerleme sağlanmadan liman ve hava sahasını Rum gemi ve uçaklarına açmamaya kararlıdır. AB, müzakerelerde yeri olmaması gereken Kıbrıs sorununu şart koşarak, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ye katılmadan önce KKTC’ne olan izolasyonların kaldırılması konusunda verdiği taahhütlere sadık kalmayarak güvenilirliğine zarar vermektedir. Limanların karşılıksız olarak açılması, KKTC’nin üzerindeki izolasyona esir düşmesi anlamına gelir ki KKTC Ankara’nın kendisini mağdur etmeyeceğini umuyor. Sorunun asıl çözüm yeri BM tarafından referanduma sunulan Annan planını KKTC kabul etmiş olmasına rağmen Güney Kıbrıs Rum Kesimi kabul etmiştir. Bu nokta da Güney Kıbrıs Rum Kesimi Kıbrıs sorunun çözümünü bizzat kendisi engellemiştir. AB’nin bu hususu hiçbir zaman unutmaması gerekir.
Türkiye, bu uzun ince yolda ilerlerken bu süreç Kıbrıs yüzünden sekteye uğratılmamalıdır. Kıbrıs sorunu AB ile ayrı ayrı ele alınmalıdır ki doğru olan da budur. Yukarıda bahsettiğimiz veto hakkı ile Türkiye müzakereleri tehlikeye sokulmamalıdır. Rumlar veto hakkını kullanıp Türkiye- AB ilişkilerini durdururlarsa eğer, AB’nin Türkiye ile olan ilişkileri de bundan zarar görür ve başta enerji politikaları ve Kıbrıs olmak üzere birçok önemli noktada Türkiye’den yardım ve destek istenemez. Bu bağlamda Türkiye-AB ilişkilerinin durması hem Kıbrıs Rumlarını hem de Avrupa’yı kaybeden tarafına koyacağından bu şekildeki tehdit ve şartlar yerinde ve geçerli değildir.
Tüm bunlara rağmen Türkiye, gümrük birliği protokolünü uygulayarak deniz ve hava limanlarını Rumlara açmak zorunluluğuna girmiş ve müzakerelerin devamı buna bağlanmış durumdadır. Diğer taraftan, İngiltere Dışişleri Bakanı Margaret Beckett, “Türkiye’ye AB’ye girme konusunda yardım edecek AB’de birçok ülke var, AB iyi niyetli davranıyor“ diyor. Bu görüşler arasında tüm taraflar için eşit şartlarda ve olması gereken yerde (BM’de) ilişkiler yürütmek, karşılıklı olarak çıkarlar gözetilerek anlaşma yapmak gerekir. Her iki tarafında kazandığı kazan-kazan stratejisi yürütmek gerekir. KKTC’ye uygulanan izolasyonlar kalkmadığı sürece Türkiye’den ne ek protokol konusunda, ne havaalanları ve ne de limanlar konusunda bir şey beklenmemelidir. Bu tür oyunlar karşısında Türkiye realist politikasından taviz vermemelidir.
Kıbrıs artık Türkiye için bugüne kadar olduğundan daha farklı, daha önemli ve çok yönlü bir değer kazanmıştır.
*Stajyer, Küresel ve Bölgesel Güç Merkezleri Çalışma Grubu