Sivil toplum kuruluşları (STK), gönüllülük esasına dayalı olarak çalışan, ekonomik gücünü devlet ve devletin güdümünün dışındaki kaynaklardan temin eden ve kâr elde etmek gibi bir amacı olmayan kurumlardır.
Diğer bir deyişle 'Üçüncü Yol' olarak siyasal, sosyal, kültürel dönüşüm çabalarının yeni fenomeni haline gelen, toplumlardaki eksikleri ortadan kaldırmak üzere katkı sağlayan, devletin hizmetlerini ulaştıramadığı noktalarda vakıflar, dernekler, sendikalar ve meslek kuruluşları olarak araya giren sivil toplum kuruluşları, günümüzün temel ihtiyaçları arasında yerini almıştır.
Özetleyecek olursak, söz konusu kuruluşların tanımlanması ve misyonu ile ilgili olarak çizebileceğimiz en fonksiyonel çerçeve, merkezi yönetimlerin sivil toplum kuruluşları üzerindeki baskı ve otoritesini sınırlandırarak; toplumun farklı sosyal, kültürel, dinsel, ekonomik ve siyasal unsurları arasında bir köprü oluşturmaktır.
STK'lar, farklı medeniyetlerin birbirlerini tanımamasından doğan zorlukların aşılmasında öncü rol üstlenmesi, Doğu-Batı buluşmasında katkı sağlaması; temel insan hakları ve evrensel değerler açısından da yeni işbirliklerinin oluşmasında önemi yadsınamayacak kuruluşlardır. Bu anlamda 21. yy'ın halklara ve bireylere sunmuş olduğu sosyal, ekonomik ve teknolojik gelişmeleri kullanarak sınırları kaldırmak, diyalog, uzlaşı ve toleransı yaymak, toplumlararası yakınlaşma olgusuna katkı sağlamak bu kuruluşların temel hedefleri arasındadır.
Fakat üzülerek belirtmeliyiz ki, günümüzde büyük güçlerin, bu kuruluşların arkasına saklanarak stratejilerini yürüttüğü ve söz konusu kuruluşları kendi siyasi arenalarının vazgeçilmez bir unsuru haline getirmişlerdir.
Nitekim demokrasiyi yaymak ikinci Bush yönetiminin öncelikleri arasında yer almış ancak, Afganistan ve Irak'ta askeri usullerle rejim değiştirme gibi başarısız operasyonlar yerine, şimdi sivil metotlarla, Sırbistan'dan başlayarak, Gürcistan'da gül, Ukrayna'da da turuncu, Lübnan'da sedir devrimi adıyla rejimleri değiştirme görevini STK'lara devretmekten çekinilmemiştir.
STK devrimlerinin Ortadoğu'ya sıçraması, söz konusu kuruluşların ABD tarafından uygulanmaya çalışılan Büyük Ortadoğu Projesi'nin emrinde olduğu iddiaları daha yüksek sesle dile getirilmeye başlanmasına sebep olmuştur.
Doğu'daki Durum
Aslında Batı'nın, ikinci adıyla gelişmiş ülkelerin, doğuyu veya gelişmekte olan ülkeleri kalkındırma çabasına tanık oluyoruz. Gelişmekte olan ülkelerde, sivil toplum kuruluşlarına ilişkin olarak yapılan teorik tanımların temel kaynağını Batı'dan alması ve bu yönde çalışmalar yürütülmesi birçok STK'nın toplumun barındırdığı temel özellik ve ihtiyaçlar ile bağdaşmayan bu yapay süreç dolayısıyla misyonunu tamamlayamamasını beraberinde getirmiştir.
- Doğu'da STK'lardan söz etmek halen Binbir Gece Masalları'ndan bahsetmekle eşanlamlı görülmektedir. Bu teşkilatların bir bölümü ayakta kalabilmek için sürekli olarak siyasi yapılarla paralel bir çizgi izlemekte ve bu otoritelerin güdümünde kalmaya özen gösterir bir konumu devam ettirmektedirler. Kuzey Afrika ülkeleri ve Ürdün'deki durum bu şekildedir. Irak'ta ise dikkati çeken husus, 2003'teki Amerikan işgalinden önce sivil toplum kuruluşları yoğun baskıya tabi tutulurken, işgalden sonra ülkede bu anlamda büyük bir değişim yaşanmış ve söz konusu kuruluşlar, pek çok sosyal ve kültürel kalkınma projesine imza atmıştır.
- İkinci bir grup sivil toplum kuruluşu ise rejimlerin "en büyük baş belası" haline gelmiştir. Bu kapsamdaki kuruluşların finansmanı ve faaliyetleri sürekli olarak iktidarın tepkisini çekmekte ve yasaklamalara hatta tutuklamalara kadar varan müdahaleleri beraberinde getirmektedir. Suriye, Mısır, İran ve Sudan'da yaşananlar bu yöndedir. Bu anlamda çatışmanın en yoğun yaşandığı ve bu durumun ayrıntılı bir biçimde medyaya yansıdığı Mısır'da geçtiğimiz günlerde Mübarek yönetimine tavır takınmaları nedeniyle. Suriye'de ise Esad rejimine karşı hazırlanan "Şam Bildirisi"ne imza atan başta Enver el Bunni olmak üzere çok sayıda aydının hâlihazırda devam etmekte olan tutuklama ve yargılanmaları, bu ülkelerin sivil toplum kuruluşlarına karşı izlediği politikayı açık bir biçimde ortaya koymuştur.
- Üçüncü bir grup STK ise kendini merkezi otoriteye kabul ettirmiş, itibar kazanmış, misyonunu başarılı bir biçimde yönetime aktararak, ortak projeler gerçekleştirmeyi başarmıştır. Özellikle Türkiye ve Lübnan, Ortadoğu
bölgesinde bu kategorinin başını çekmekte ve bu kapsamda son on yıldan beri gerek içeriden gerekse dışarıdan yürütülen çalışmalar ülkenin yeniden yapılandırmasına azımsanmayacak bir katkı sağlamaktadır.
Özetleyecek olursak gelişmekte olan ülkelerde sivil toplum kuruluşlarının devam eden temel sıkıntıları arasında:
- Proje gerçekleştirmek üzere bağımsız nitelikli finansman kaynağı temini
- Kalifiye kadro sıkıntısı,
- Siyasi otorite ile karşılıklı olarak yaşanan güven bunalımı
- Ve ağır ithamlar ve yoğun baskılara maruz kalması gibi sorunlar yer almaktadır.
Batı'daki Durum
Kabul edilmesi gereken en önemli husus şudur ki, sivil toplum kuruluşlarının doğduğu ve geliştiği yerin Batı veya başka bir ifadeyle gelişmiş ülkeler olduğudur. Nitekim sivil toplum kuruluşları bu ülkelerde devlet otoritesinin yerini almak gibi bir amacın söz konusu olmadığını, temel hedefin toplumun kalkındırılması olduğunu karşılıklı saygı ve kabul çerçevesinde ortaya koymayı başarmıştır. Bu durum kuşkusuz aniden gerçekleşen bir filizlenme olmayıp, gerek toplumların gerekse kuruluşların uzun bir değişim ve dönüşüm sürecinden geçmesi sonrasında ortaya çıkmıştır.
Gelişmiş toplumların, gelişmekte olan ülkelerin her birinin siyasal, sosyal ve dinsel özelliklerinin olduğunu ve bu çeşit ayrımları dikkate almayan "yardım paketi" niteliğindeki zorlamalardan vazgeçmeleri gerekmektedir.
Özellikle bazı Balkan ülkelerinde son yıllarda yaşanan deneyimler yakından analiz edilmesi gereken önemli bir fırsat konumundadır. Bu ülkelere yönelik yapılan dış yardımlar ve istenilen reformların başarısız kalmasındaki temel etken toplumların altyapılarını yeterince tanımadan, değişim ve dönüşüm yönünde sorumsuz yaklaşımların ortaya çıkmasıdır. Bu yaklaşımlar karşı devrimlerin yaşanmasına neden olmuştur.
Öneri ve Değerlendirme
21. yüzyılın ekonomik, sosyal ve kültürel amaçlarını gerçekleştirmek için gitgide sayısı artan ve toplumların kalkınmasında önemli düzeylerde yer almaya başlayan STK'ların, sorunların saptanması, temel ihtiyaçların karşılanması, uluslararası çatışma ve anlaşmazlıkların barışçıl yöntemlerle çözümü ve uluslararası işbirliklerinin oluşturulması için çeşitli öneriler getirmekte fayda görmekteyiz. Şöyle ki;
- Artan iletişim ve etkileşimi demokrasi ve özgürlükler sahasında katkı sağlamak üzere değerlendirmek,
- Küreselleşen dünyada ulus üstü entegrasyonların demokratik sistemler içinde yerini alabilmek,
- Geleneksel sosyal yapılara kaotik bir biçimde dokunmadan, önce toplumsal sorunlara makro düzeyde çözüm getirecek politikalar üretmek ve geliştirmek,
- İnsana hizmet etmek ve insanın yüksek yararı için devlet ve diğer STK'lar ile işbirliği içinde hareket etmenin yerinde olacağı kanaatindeyiz.
Netice itibarıyla gelişmekte olan ülkelerde sivil toplum kuruluşlarının izlemesi gereken yol, toplumun demokratikleşmesi yönünde çaba göstermek ve en önemlisi doğru alternatifleri ortaya koyarak yönetimlerin hatalarını çekinmeden göz önüne sermek olmalıdır.