Jeopolitik konumu, uzun karasal sınırları, yüzyıllara dayanan kültürel ve dini ilişkileri, tarihi İpekyolu güzergâhında kurulan ekonomik ve ticari işbirliği, bugün İran ile Orta Asya ülkeleri arasındaki bağların temelini oluşturuyor.
İslam öncesi dönemler, İran ile Turan coğrafyalarına hâkim olan güçlerin birbirlerine karşı verdiği üstünlük mücadelesiyle geçmişti. Ancak İslam'ın İran topraklarında yayılmasının ve Türkler’in kitleler halinde İslam'ı tercih etmesinin ardından yeni bir dönem başladı.
İran coğrafyası, Orta Asya'dan gelerek bölgede hâkimiyet kuran Türk devletlerine ev sahipliği yaptı. Sırasıyla; Gazneliler, Selçuklular, Harzemşahlar ve Timurlular bölgede hüküm sürdü. İran'ın kuzeyinde yer alan Nişabur, İsfahan ve Rey gibi kentler bu devletlere başkentlik yaptı.
Bu dönemlerde, hanedanlar arasında siyasi ve askeri mücadeleler sürse de, kültürler arasındaki bağlar da arttı. Öyle ki, Farsça saray çevrelerinde bir kültür dili olarak benimsendi. Orta Asya'da konuşulan Türk lehçelerinde Farsça’nın etkilerini bugün bile görmek mümkün.
Kültürel bağları artıran bir diğer unsur da, tarihi İpekyolu güzergâhı üzerinde yapılan ticaretti. Bu yakınlaşma, hayatın pek çok alanında somut sonuçlar doğurdu. Bu alanlardan biri de mimariydi.
Kaşgar'dan Semerkant ve Buhara'ya, Türkistan coğrafyasının kadim kentlerindeki mimari eserlerle, İran'ın tarihi şehirlerinde bulunan yapılar arasındaki benzerlikler iki kültürün uzunca bir süre aynı kaynaktan beslendiğinin de göstergesi.
İsfahan'daki Mescid-i Cuma Camii ile Buhara'daki Mir-i Arab Camii arasındaki benzerlikler, mimaride yaşanan bu etkileşimin belki de en güzel örneklerinden biri. Safevi Devleti'nin ortaya çıkışı ise İran ile Orta Asya arasındaki ilişkilerde yeni bir dönemin başlangıcı.
Tebriz'de Safevi devletinin kurulduğu 1501 tarihi, pek çok kaynak tarafından modern İran'ın doğuşu olarak kabul ediliyor. Ancak bu tarih aynı zamanda İran ile bugün Orta Asya olarak adlandırılan Türkistan coğrafyası arasındaki bağların zayıflayışını da simgeliyor.
Bağların zayıflamasındaki temel etken ise ortaya çıkan mezhepsel ayrılıklar. Safeviler döneminde Şiiliğin İran'ın idari sisteminde giderek daha belirleyici bir rol oynaması, Orta Asya'da hüküm süren Sünni hanlıklarla ilişkilerin de zayıflamasına, hatta zaman zaman çatışmalara dönmesine yol açtı.
Türkistan coğrafyasının 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında Çarlık Rusyası'nın hâkimiyetine girmesi ise, bölgedeki İran etkisini daha da azalttı. Aynı dönemlerde, dönemin büyük güçlerinin Orta Asya'da yaşadıkları rekabet, İran topraklarını İngiltere ve Rusya'nın mücadele alanına çevirdi.
Bu mücadele, İran'ın Orta Asya'ya olan ilgisinin azalmasına ve giderek kabuğuna çekilmesine de neden oldu. Türkistan toprakları, Çarlık Rejimi’nin Birinci Dünya Savaşı sırasında yıkılmasıyla Sovyetler Birliği'ne dâhil oldu. Yaşanan bu rejim değişikliği, Orta Asya'nın kapılarının yaklaşık 70 yıl boyunca İran'a kapanması anlamına geliyordu.
İRAN, RUSLARLA HEP İYİ GEÇİNDİ
Soğuk savaş yıllarında, Sovyet hâkimiyeti altındaki Orta Asya ülkeleri ile İran arasında doğrudan ilişki kurmak mümkün değildi. Zira Orta Asya ülkelerinin kaderi Moskova tarafından belirlenir hale gelmişti.
İran, Şah Rejimi boyunca, Sovyetler Birliği'ne karşı mesafeli bir politika izledi. Sovyet tehdidini yakından hisseden Tahran yönetimi, 1979 yılındaki devrime kadar Batı dünyası ile daha yakın ilişkiler kurmayı tercih etti. 1979 yılında Ayetullah Humeyni öncülüğünde gerçekleşen devrim ise İran'da dış politka önceliklerini değiştirdi.
Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, batılı güçlerle ilişkileri kopma noktasına gelen İran, güvenlik endişeleri nedeniyle Sovyetler Birliği ile diyaloğa öncelik verdi. Öyle ki; Tahran yönetimi, Sovyet rejiminin devrimle aynı yıl Afganistan'da giriştiği işgale bile siz kalmayı tercih etti.
Moskova ile bağların zedelenmemesi için Orta Asya'ya yönelik yeni adımlar atmaktan da uzak durdu. İran'daki rejim değişikliği ve Tahran ile Washington arasındaki iplerin kopması, Afganistan'ı işgal eden Sovyetler Birliği tarafından memnuniyetle karşılanıyırdu. Çünkü Afganistan'la uzun bir kara sınırı olan İran'ın batı kampında yer alması, Sovyetler'in Afganistan'daki varlığını tehdit edebilirdi.
Moskova yönetimi, işgal boyunca İran sınırına yakın bölgelerde yaşayan Şii Hazaralar’ın bulunduğu alanlarda operasyon düzenlemeyerek, Tahran'da kurulan yeni rejimle bir anlaşmazlığa girmekten çekindi. Tahran'daki yönetim de; Sovyetler Birliği'nin, İslam devrimi öncesi önemli bir rol üstlenen komünist Tudeh Partisi üzerinden iran'ın iç siyasetine müdahale edebileceği endişesiyle Sovyetler Birliği'ni karşısına alacak adımlardan kaçındı.
Tahran-Moskova hattındaki bu karşılıklı çıkar ilişkisi, Orta Asya'yı ve Sovyetler Birliği içindeki Müslüman halkları İran'ın gündeminden uzaklaştırdı. Üstelik İran-Irak Savaşı'nın patlak vermesi, Tahran yönetimini Moskova'ya daha da yakınlaştırmıştı.
Tahran yönetimi, savaş sırasında uygulanan ambargolar nedeniyle, Şah döneminde alınan Amerikan silahlarına yedek parça bulmakta zorlanıyordu. Sovyetler Birliği'nden yapılan yeni silah alımları ve nükleer tesislerin de aralarında bulunduğu batı yatırımlarının Sovyetler tarafından tamamlanıyor olması, İran'ı orta asya'dan uzak durmaya itti. Irak savaşıyla beraber, İran için Ortadoğu'daki etkinlik mücadelesi öne çıkarken, Orta Asya yine geri planda kaldı.
İRAN’IN SOVYET SONRASI HAMLELERİ
Sovyetler Birliği'nin dağılmasına giden süreç, İran için Orta Asya'da yeni fırsatların doğması anlamına geliyordu. İran-Irak Savaşı'nın 1988'de sona ermiş olması ve Kızıl Ordu'nun 1989'da Afganistan'dan çekilmesi Tahran yönetiminin hareket alanını genişletti.
1991 yılında Sovyetler Birliği'nin tarih sahnesinden silinmesiyle, Orta Asya'daki cumhuriyetler bir bir bağımsızlıklarını ilan etti. İran, bu ülkelerin bağımsızlıklarını zaman kaybetmeden tanıdı ve ikili ilişkilerin tesis edilmesi için gerekli diplomatik adımların atılmasına girişti.
Coğrafi konumu ile asırlar boyunca Orta Asya ile Avrupa arasındaki geçiş noktalarından biri olan İran, bu konumuyla bağımsızlıklarını kazanan cumhuriyetler için bir cazibe merkezine dönüşmeyi umuyordu.
Rusya tarafından çevrelenen ve denize çıkışı olmayan Orta Asya ülkeleri için, İran önemli bir çıkış kapısı olabilirdi. Ancak işler Tahran yönetiminin beklediği gibi gitmedi. İran'ın küresel sistemden dışlanması, Orta Asya ülkeleri olan ilişkilerini de olumsuz etkiledi. Çünkü Sovyet sonrası dönemde batı dünyası da bölgedeki nüfuzunu artırmak istiyordu. Batılı güçler, hem Rusya ile hem de İran ile rekabet içerisine girdi.
Bölgenin bir diğer aktörü Türkiye, bu koşullar altında "model ülke" olarak ön plana çıktı. Batı'nın da Rusya'ya karşı Türkiye'nin Orta Asya ülkeleriyle kurduğu ilişkileri desteklemesiyle, İran bölgesel rekabette geri planda kaldı.
İran'ın küresel sistemden dışlanmış olması nedeniyle Orta Asya ülkeleri de Tahran yönetimine karşı mesafeli bir duruş sergilemeyi tercih etti. Ancak tüm bunlar, İran ile Orta Asya ülkeleri arasındaki ilişkilerin sıfırlanması anlamına da gelmedi.
Taraflar arasında özellikle ticari alanda önemli adımlar atıldı, Batı'nın İran'a uygulanan yaptırımlar nedeniyle, Orta Asya ülkeleri ile İran arasındaki ticaret hacmi hızla arttı.
Batılı güçler, Çin, Rusya ve Türkiye gibi uluslar arası ve bölgesel aktörler bugün bölgede daha etkin görünse de; İran Orta Asya'da önemli bir çekim merkezi olma potansiyelini halen kuruyor.
Tahran yönetimi, bölgeyi tarih ve kültür coğrafyasının doğal bir uzantısı olarak görmeye de devam ediyor. Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya arasındaki bir kavşak olarak görülen İran; kendisini, bu bölgelerdeki ülkeler için doğu-batı ikilemine alternatif bir eksen olarak tanımlıyor.
ENERJİ ORTA ASYA’YI CAZİP KILIYOR
Orta Asya'da etkinliğini artırmaya çalışan diğer küresel ve bölgeseler güçler gibi, İran da bölgedeki enerji kaynaklarıyla yakından ilgileniyor. Kendisi de zengin petrol ve doğalgaz yataklarına sahip olan İran'da, nüfusun yoğun olarak yaşadığı üç büyük şehir; Tahran, İsfahan ve Meşhed ülkenin kuzeyinde, yani Orta Asya'ya yakın bölgelerde bulunuyor.
İran'ın güneyinde çıkarılan doğalgazın kuzeydeki büyük kentlerdeki payı sınırlı. Tahran yönetimi, bu bölgelerdeki doğalgaz ve elektirik ihtiyacının bir bölümünü Türkmenistan'dan yapılan ithalatla karşılamaya çalışıyor.
Üstelik bugüne kadar uygulanan ambargolar nedeniyle, ithal edilen bu enerjinin bedeli, İran'ın Basra Körfezi'ndeki tesislerinden Türkmenistan adına yapılan petrol ve doğalgaz satışıyla ödeniyordu.
İran; bu enerji takasıyla, uluslararası finans sisteminde ve bankacılık sektöründe kendisine uygulanan yaptırımları da etksiz hale getirmiş oluyordu. İran ile 5+1 ülkeleri arasında varılan nükleer anlaşmanın ardından yaptırımlar gevşetilse de, taraflar arasında değiş tokuşa dayalı enerji ticaretinin bir süre daha devam etmesi bekleniyor.
Aslında Tahran yönetimi, bölge ülkelerinin bağımsızlıklarını kazanmasının ardından, coğrafi konumunun sağladığı avantajla, Türkmen doğalgazının ve kazak petrollerinin İran üzerinden dünyaya açılmasını arzuluyordu.
Bu hem düşük maliyletli bir seçenekti, hem de küresel enerji piyasasında da düzen, enerjinin ağırlıklı olarak Basra Körfezi'nden taşınması üzerine kurulmuştu. Yani lojistik yatırımları azalacak ve bu durumdan hem iran hem de hem de Orta Asya'nın hidrokarbon kaynakları açısından zengin ülkeler karlı çıkacaktı.
Ancak İran ile Batı dünyası arasında yaşanan siyasi gerilim, ekonomik açıdan daha karlı görülen bu seçeneğin hayatına geçirilmesine engel oldu. Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve Çin gibi küresel güçler, enerji hatlarının İran'ı devre dışı bırakacak şekilde şekillenmesini sağladı.
Batı dünyası; Hazar'daki kaynakların taşınması için Türkiye merkezli boru hattı projelerine destek verirken, rekabet daha çok Rusya ile yaşandı. Çin ve Hindistan gibi Asya'nın enerji açığı giderek artan büyük ekonomileri ise Hazar'ın doğusunda kalan kaynaklarla yakından ilgileniyor.
Bu kaynakların, söz konusu ülkelere taşınmasında da, İran'ı devre dışı bırakan nakil hatları oluşturuluyor. Son 10 yılda, Kazakistan ve Türkmenistan'dan doğrudan Çin'e uzanan petrol ve doğalgaz boru hatları inşa edildi. Hindistan pazarı içinse; Türkmenistan-Afganistan-Pakistan'dan Hindistan topraklarına uzanacak bir hat oluşturulması için çalışmalar başladı.
Bu durum, İran'ın batısında Türkiye, doğusunda ise Pakistan üzerinden geçecek hatlarla devre dışı bırakıldığı anlamına geliyor. Ancak İran'ın bir transit ülkeye dönüşememesi, enerjideki satrancın dışında kaldığı anlamına gelmiyor. Zira İran, Rusya'dan sonra dünyanın en çok doğalgaz rezervine sahip ülkesi.
Tahran yönetimi, yaptırımların yavaş yavaş kalkmasıyla beraber, kendi doğalgazını hem Türkiye üzerinden Batı pazarlarına, hem de Pakistan üzerinden doğudaki pazarlara ulaştıracak projelere sıcak baktığını sık sık vurguluyor.
EKONOMİK İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI VE İRAN
İran, ekonomik ve ticari yaptırmaların etkisini hafifletmek için bir çıkış yolu olarak da gördüğü Orta Asya ülkeleriyle ilişkilere büyük önem veriyor. Tahran yönetimi bu anlamda ilk ciddi adımını, 1992 yılında Tahran’daki Ekonomik İşbirliği Teşkilatı zirvesinde Orta Asya ülkelerinin ve Afganistan’ın örgüte katılmasını sağlamakla attı.
Daimi sekreteryasının Tahran’da bulunduğu Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'na yeni üye olan ülkelerle birlikte İran, ekonomik ve siyasi çıkarlarına uygun stratejik bir zemin kazandı. Ayrıca Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'nın gözlemci statüsüyle yer aldığı Dünya Ticaret Örgütü de Tahran yönetiminin uluslararası arenada varlık göstereceği önemli bir mecraya dönüştü.
İran ile Rusya arasında bölgesel bir rekabete yol açan teşkilat, üye ülkeler arasında çıkar birlikteliği sağlanamaması yüzünden henüz beklenen etkiyi yaratamadı. İran, bu teşkilat aracılığıyla Orta Asya ülkeleriyle ekonomik ve ticari işbirliğini artırma ve ortak projeler geliştirme yoluna giderken, bu örgütün bölgesel etkinliğinin zamanla güçleneceğini düşünüyor.
Örgütün beklenen etkiye sahip olmamasına karşın, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'nın desteğiyle bugüne dek İran için büyük önem taşıyan projelere imza atıldı. Teşkilat, İran ve Türkmenistan tarafından Meşhed-Tejen demiryolu hattı kurulmasına büyük katkı sağladı. Bu demiryolu, İran ve Orta Asya arasında ilk bağlantı yolu olma özelliğini taşıyor. Yeni projeler de bu hat üzerine inşa ediliyor.
Türkmenistan, Özbekistan, İran, Umman ve Katar arasında imzalanan demiryolu, deniz ve kara taşımacılığı anlaşması, İran’ın yıllardır peşinde olduğu Orta Asya ile Körfez Bölgesi arasında bir Kuzey-Güney koridoru oluşturulması hedefine de yaklaşıldı.
Ayrıca Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'nın da katkılarıyla Türkmenistan'dan İran'a doğalgaz akışını sağlayacak 160 milyon dolar değerindeki Körpece-Kurtköy boru hattı da faaliyete geçirildi. Taraflar arasında elektrik nakil hatları oluşturuldu. Ancak İran’ın Türkmenistan dışında diğer Orta Asya ülkeleriyle kara sınırı bulunmuyor.
Yani İran, Orta Asya ile demiryolu ve karayolu bağlantısını Türkmenistan üzerinden kuruyor. Bu nedenle, Türkmenistan'ın İran'ın Orta Asya politikasında ayrı bir yeri var. Taraflar arasındaki sınır 1991 yılında gelen bağımsızlığın ardından serbest ticarete açılmıştı. Ancak Tahran yönetimi bu girişimi, coğrafi ve siyasi nedenlerden ötürü diğer Orta Asya ülkelerine kadar yayamadı.
EKONOMİK İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI’NIN TARİHÇESİ
Uzun yıllar yaptırımlarla mücadele eden İran için Orta Asya ülkelerinin bağımsızlıklarını kazanması, yeni ekonomik fırsatlar anlamına geliyordu. Ancak İran, Orta Asya'daki rekabette yalnız değildi.
Sovyetler Birliği döneminde uygulanan ekonomik model, söz konusu ülkeleri ticari ilişkilerinde Rusya'ya bağımlı hale getiriyordu. Kazakistan ve Kırgızistan'ın üye olduğu Avrasya Ekonomik Birliği'nin kurulmasıyla birlikte gümrük duvarlarının ortadan kalkması Rusya'nın bölgedeki etkinliği daha da arttı.
Diğer yandan son yıllarda, bölge ülkelerindeki yatırımlarını artıran batılı ülkeler de İran'ın Orta Asya'daki pazar payını kısıtladı. Aslında Tahran yönetimi, 1991 yılından bu yana, bölgesel işbirliklerine öncelik veren bir dış politika izlemeye başlamıştı. Bunun için atılan en önemli adım, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'nın Orta Asya ülkelerinin de katılımıyla genişlemesi oldu.
Teşkilatın kurucu ülkeleri İran, Türkiye ve Pakistan'dı. İran'daki devrime kadar son derece sıcak olan Türkiye - Pakistan - İran ekonomik ilişkileri bu süreç sonrasında yavaşladı. Üç ülkenin 1960'lı yıllarda kurduğu Kalkınma İçin Bölgesel İşbirliği Teşkilatı bu dönemde işlevini yitirdi.
1980'li yılların ortalarına kadar devam eden bu duraklama dönemi 1985'te Ekonomik İşbilriği Teşkilatı'nın kurulmasıyla farklı bir seyre girdi. Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'nın merkezi de Tahran olarak belirlendi. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra bağımsızlıklarını kazanan; Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Afganistan'ın da katılmasıyla Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, 1992 yılında toplam 7 milyon kilometrekare alan üzerinde yaklaşık 400 milyon nüfusa hitap eden ekonomik ağırlıklı bir bölgesel örgüt halini aldı.
Üye ülkelerin kalkınmalarına katkıda bulunmak, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı bölgesi içindeki ticari engelleri kaldırmak ve bölge içi ticareti geliştirmek ve Ekonomik İşbirliği Teşkilatı bölgesinin küresel pazarlarla bütünleşmesini teşvik etmek, üye ülkeler arasındaki kültürel ve tarihi bağları güçlendirmek örgütün önde gelen amacı.
İRAN’IN HAZAR POLİTİKASI
Hazar Denizi'nin statüsü tartışmalarında müdahil olan kıyıdaş ülkelerden biri de İran. Tahran yönetimi, Hazar'ı bir sınır gölü olarak tanımlıyor. Dolayısyla da Hazar'ın 5 kıyıdaş ülke arasında yüzde 20 prensibine göre beş eşit parçaya bölünmesini ya da ortak kullanım üzerinde bir uzlaşıya varılmasını savunuyor.
İran, Hazar'ın nihai statüsü belirlenmeden yapılan petrol ve doğalgaz arama faaliyetlerinin meşru bir zemini olmadığını savunuyor. Tahran yönetimi, daha önce sorunun çözümünde 1921'de İran ile Sovyetler Birliği arasında imzalanan anlaşmaları esas aldığını ve sorunun çözümünü sadece Rusya ile müzakere edeceğini açıklamıştı.
Ancak bu yaklaşım, Hazar Denizi'ne kıyısı bulunan Orta Asya cumhuriyetleri ile Azerbaycan'ın tepkisini çekti. Zira Sovyetler Birliği'ne son veren 1991 tarihli Almatı Deklarasyonu'nda, sadece Rusya'nın değil, bağımsızlığını kazanan eski Sovyet cumhuriyetlerinin de birliğin mirasçıları olduğu ifade ediliyordu.
Tahran yönetiminin bu yaklaşımı, söz konusu ülkelerin egemenlik haklarını tanımaması olarak da yorumlandı. Ancak İran daha sonra soruna çözüm bulmak amacıyla kıyıdaş ülkelerin tümünün katıldığı toplantılara iştirak ederek bu tutumundan vazgeçti.
İran’ın Hazar’da statü tartışmalarını yürüttüğü ülkelerin başında Azerbaycan geliyor. Zira İran Hazar sorununa ekonomik gerekçelerden daha çok siyasi çerçeveden bakıyor. Çünkü bölgedeki yataklar İran için bu ülkenin Basra Körfezi’ndeki zengin petrol yatakları göz önüne alındığında ekonomik değer bakımından hayati ölçüde bir anlam taşımıyor.
Tahran yönetimi, Azerbaycan'ın petrol ve doğalgazı Batı'ya taşıyacak hatlara öncelik vermesinden ve Batı'nın Hazar'daki nüfuzunun artmasından rahatsız. Azerbaycan petrolleriyle ilgili "asrın anlaşması" olarak bilinen 1994 tarihli anlaşmada, İran'a yüzde 5'lik bir pay verilmiş ancak Amerika Birleşik Devletleri'nin karşı çıkmasıyla Bakü yönetimi bu kararından vazgeçmişti.
Taraflar daha sonra bu anlaşmanın dışında kalan yataklar için işbirliği anlaşmaları imzalayarak gerilimi düşürdü. Böylelikle İran, Azerbaycan'ın petrol politikasını ve Hazar'daki kullanım hakkını da fiili olarak tanımış oldu.
İran ile Azerbaycan arasında, Hazar üzerinde tartışmalı alanlar da mevcut. Bu alanların başında da "Alov" petrol yatağı geliyor. İran'ın deniz sınırına daha yakın bir noktadaki Lenkeran yatağına itiraz etmezken daha uzak bir mesafede olmasına rağmen, pay alamadığı “Alov“ yatağı üzerinde hak iddia etmesi Bakü yönetiminin tepkisini çekiyor.
Tahran, aynı şekilde 1998’de Rusya ve Kazakistan arasında “Hazar Denizi’nin Kuzey Bölgesi Deniz Tabanının Bölünmesi Hakkındaki Anlaşmayı“ ve 2001’de Rusya ile Azerbaycan arasında imzalanan benzer içerikli anlaşmayı da tanımıyor.
İran, Hazar Denizi ile ilgili iki taraflı anlaşmaların geçerli olmayacağını, uzlaşmanın ancak beş kıyıdaş ülkenin görüş birliğine varması halinde sağlanabileceğini savunuyor. Hazar sorununda batılı ülkelerin ve uluslararası petrol şirketlerinin konuyu siyasallaştırdığını ileri süren İran, Hazar'ın statüsüyle ilgili nihai kararın kıyıdaş ülkeler tarafından verilmesini talep ediyor.
Uzmanlar, İran’ın yüzde 20’lik payda ısrar etmesi ve Hazar’da silahlanmaya başlaması durumunda müttefik olarak görülen İran ve Rusya’nın karşı karşıya gelebileceğini dikkat çekiyor.
HAZAR STATÜSÜ TARTIŞMALARI
Yeraltı kaynakları açısından son derece zengin olan Hazar Havzası'nda bulunan ülkeler arasında Hazar'ın statüsüne ilişkin anlaşmazlık sürüyor. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra bağımsızlıklarını kazanan kıyıdaş ülkeler Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan kalkınma stratejilerini söz konusu yeraltı kaynaklarının ihracatı üzerine şekillendirdi.
Ancak bu kaynaklardan alınacak pay Hazar'ın statüsüne ilişkin tartışmaları da beraberinde getiriyor. Eğer hazar bir göl olarak kabul edilirse, uluslararası hukuka göre hangi devletin nerede kıyısı olduğuna bakılmaksızın paylaşım eşit gerçekleştirilecek.
Eğer taraflar Hazar'ın deniz olduğunda mutabık kalırsa, herkes kıyısının bulunduğu alanda pay sahibi olacak. Buna göre, Hazar'a kıyısı olan her devletin 12 millik karasuyu, en az 200 mil kıta sahanlığı ve yine 200 millik münhasır ekonomik bölgesi olacak.
İran ve Rusya, kendi alanlarındaki bölgede zengin enerji yataklarına sahip olmadığı için Hazar'ın statüsünün göl olarak belirlenmesinden yana. Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan ise Rusya ile ilişkilerini bozmamak ve çıkarlarını savunmak arasındaki ince hatta gidip geliyor.
Azerbaycan için Hazar'ın statüsüyle ilgili önem taşıyan konu, Hazar'ın bir göl ya da deniz olarak tanınması değil. Azerbaycan, Hazar'a kıyısı olan ülkelerin münhasır yetkilerini kullanbileceği alanların belirlenmesini istiyor.
Azerbaycan'ın savunduğu geçici çözüm yolu ise Hazar'ın statüsü kesin olarak belirleninceye kadar her devletin kendi bölgesindeki petrol ve doğalgaz rezervlerini işletme hakkı bulunması.
Zira, Azerbaycan Sovyetler Birliği'nin yıkılmasının ardından fiili durum yaratıp kıyılarındaki bölgelerle ilgili Amerikan şirketleriyle anlaşmalar imzaladı. Hazar'a kıyısı olan; Azerbaycan, Rusya, İran, Kazakistan ve Türkmenistan, 2011 yılından bu yana soruna çözüm bulmak için yürütülen diplomatik süreci hızlandırsa da somut bir sonuca ulaşılamadı.
Beş ülkenin liderleri yalnızca Hazar'ın güvenliğini sağlama konusunda bir anlaşmaya imza atabildi. Buna göre, Hazar'a kıyısı bulunan ülkeler, bölgede terörizm, uyuşturucu kaçakçılığı gibi sorunlarda işbirliği yapmayı kabul etti. Statüyle ilgili tartışmanın nasıl çözümleneceğini ise zaman gösterecek.
İRAN’IN ŞİÖ HEDEFİ
Soğuk savaş sırasında ve sonrasında Afganistan'da yaşanan Sovyet ve Amerikan işgalleri, İran'da güvenlik bürokrasisi tarafından tehdit sıralamasının üst sıralarında görüldü. Gerek Afganistan'daki Sovyet işgali sırasında, gerekse Amerikan işgali ısrasında, İran'a komşu olan Orta Asya'da bölge dışı aktörlerin askeri varlığını güçlendirmesi İran'ı teyakkuza geçirdi.
Afganistan ile uzun bir kara sınırına sahip olan İran, Orta Asya'da istikrarın korunmasına öncelik verdi. Tahran yönetimi, Afganistan'daki şiddetin Orta Asya'ya sıçramaması ve bölgede bir otoroite boşluğu oluşmaması için bu ülkelerdeki mevcut hükümetlere destek oldu.
Her iki işgalin ardından da, Afganistan'da ortaya çıkan kaosun Orta Asya'ya yayılması ve ideolojik olarak da İran'a karşı olan aşırı grupların bu ülkelerde güç kazanma ihtimali İran için halen bir endişe kaynağı.
Batı’yla ve Arap dünyasıyla uzun yıllardır gerilim yaşayan İran, Orta Asya kaynaklı yeni bir güvenlik sorunu yaşamamak için, bu ülkelerin dâhil olduğu askeri ittifaklarla yakın ilişki kurdu.
Bir yandan Rusya ile askeri ilişkilerini geliştiriken, diğer yanda da Şanghay İşbirliği Örgütü'ne gözlemci üye sıfatıyla dâhil oldu. İran dış polikasının öncelikleri arasında Şanghay İşbirliği Örgütü'ne tam üye olmak da var.
Uluslararası alanda hiçbir askeri ittifakın şemsiyesi altında olmayan İran, bu üyelikle Batı ve Körfez Bölgesi’nden gelen tehditleri de ortadan kaldırmayı da hedefliyor. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, nükleer müzakerelerde varılan anlaşmanın ardından, İran'ın Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye olmasının önündeki engellerin kalktığını düşünüyor.
Ruhani, geçtiğimiz yılsonunda ağırladığı Kırgızistan Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev ile yaptığı görüşmede, süreci hızlandırmak istediklerini söylemiş ve örgüte üye olan Kırgızistan'dan da bu konuda destek istemişti.
Tahran yönetimi, İran'ın coğrafi konumu nedeniyle örgüte yeni fırsatlar sunacağını savunuyor. İran'ın olası üyeliği ile birlikte, Orta Asya ülkeleri ile ilişkileri de yeni bir ivme kazanabilir. Zira Şanghay İşbirliği Örgütü, Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan'ın savunma konseptinde çok önemli bir yere sahip.
İRAN - TÜRKMENİSTAN MÜNASEBETLERİ
27 Ekim 1991 tarihinde bağımsızlığını ilan eden Türkmenistan’ı ilk tanıyan ülkelerden biri de İran oldu. Açık denizlere doğrudan ulaşım imkânı olmayan, 488 bin kilometrekare yüzölçümü bulunan ve İran ile sınırları 1200 kilometreyi aşan Türkmenistan, İran’ın Orta Asya ülkelerine açılan tek kapısı.
İran, bugün Türkmenistan’ın ekonomik ilişkide bulunduğu ülkeler arasında çok önemli bir konuma sahip. Türkmenistan'ım ihracat yaptığı ülkeler sıralamasında Rusya’dan sonra ikinci sırada yer alan İran, ithalat yapılan ülkeler sıralamasında da yedinci sırada.
Rusya’dan sonra Türkmenistan’ın ikinci ticari ortağı olarak görülen İran, Türkmenistan’ın sahip olduğu petrol ve doğalgaz kaynaklarının dünya pazarlarına açılacak önemli bir güzergâh olarak görülüyordu.
Ancak enerji ticareti ikili ilişkiler boyutuyla sınırlı kaldı. Bugün İran; rafineri, yol yapım, santral, iletişim yatırımlarından taşımacılık, enerji boru hatları ve elektrik hatları yatırımlarına kadar birçok alanda aşkabat hükümetiyle işbirliği içinde.
İran ile Türkmenistan arasındaki ilişkilerin en hassas olduğu alanlardan birisi de Hazar'ın hukuki statüsüne dair tartışmalar. Aşkabat ve Tahran yönetimleri, Hazar'la ilgili anlaşmazlıkların büyük bölümünde aynı safta yer alıyor.
İran’ın önemli doğalgaz ve petrol kaynakları ülkenin güneyinde yer alıyor, güney ve nüfusun yoğun olduğu kuzey bölgeleri arasındaki uzun mesafe, bu enerji kaynaklarının güneyden kuzeye taşınmasında ciddi mali yük anlamına geliyor.
Tahran yönetimi bu konuda çareyi, kuzey eyaletleri için Türkmenistan doğalgazını ithal etmekte buluyor. Açık denizlere doğrudan ulaşımı bulunmayan Türkmenistan da, Tahran ile bu ilişkileri sayesinde İran’ın güneyindeki limanlarına ulaşıyor ve buradan uluslararası pazarlara açılıyor.
Son üç yıl içinde yaklaşık 7 milyar metreküplük Türkmen gazı, İran üzerinden uluslararası piyasalara ulaştırıldı. Ayrıca İran ile Türkmenistan arasında 2003 yılında imzalanan anlaşma gereği Tahran, her yıl Türkmenistan’dan 50 milyon dolarlık elektrik alımı yapıyor.
İki ülke arasında ortak ekonomik ilişkiler komisyonu, düzenli olarak bir araya geliyor. Ayrıca son dönemlerde taraflar arasındaki üst düzey ziyaretler de sıklaşmış durumda. Tahran, geçtiğimiz cumartesi günü Türkmenistan Dışişleri Bakanı Raşid Meredov'u ağırladı.
Sadabad Sarayı'nda Meredov'u kabul eden Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, nükleer anlaşma gereği yaptırımların kalkmaya başlamasıyla birlikte iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da artacağını söyledi. Ruhani, bir süre önce de Aşkabat'ı ziyaret ederek Cumhurbaşkanı Gurbanguli Berdimuhammedov ile bir araya gelmişti.
İRAN - KAZAKİSTAN İLİŞKİLERİ
İran, 16 Aralık 1991'de bağımsızlığını ilan eden Kazakistan'da büyükelçilik açan ilk ülkelerden biriydi. Tahran yönetimi, Kazakistan’ın doğrudan açık denizlere ulaşımı olmamasından ötürü, ikili ilişkilerde ulaşım konusunu önemli bir stratejik işbirliği alanı olarak görüyor.
Tahran Yönetimi'nin Kazakistan'a yönelik yaklaşımında, bu ülkenin Rusya ile sahip olduğu özel ilişkiler de önemli bir yer tutuyor. Kazakistan'ın hem Rusya ve hem de Çin ile komşu olması, İran'ın bu ülkeye verdiği önemi daha da artıran bir etken.
Kazakistan, İran’ın Orta Asya’ya yönelik politikalarında özel bir yere sahip olan İpek Yolu Demiryolu hattı projesinin de kilit ülkesi. Taraflar arasındaki ilişkiler, daha çok karşılıklı ekonomik çıkarlara dayanıyor. İran, Hazar Denizi'ndeki Neka Limanı üzerinden Kazakistan'dan petrol alıyor ve aynı miktarda petrolü Basra körfezi'nden Kazakistan adına satıyor. Bu yolla, günlük 75 bin varil kazak petrolü dünya pazarlarına ulaştırılıyor.
Hazar'ın hukuki statüsü konusundaki görüş ayrılıkları ve iki ülkenin dış politika yaklaşımlarının birbirinden farklı olması, ticari ilişkilerin siyasi bir işbirliğine dönüşmesine engel. Astana yönetimi, İran ile sürdürdüğü ilişkilerde Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri'ni karşısına alacak adımlardan uzak durmaya özen gösteriyor.
NAZARBAYEV’İN TAHRAN ZİYARETİ
Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev Nisan ayı ortasında Tahran'a 2 günlük bir ziyaret gerçekleştirdi. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin özel daveti kapsamında gerçekleşen ziyarette bölgesel ve uluslararası konuların yanı sıra ticari, ekonomi, ulaşım ve tarım alanında birçok konu ele alındı.
Ziyaret kapsamında, kimya ve petrol alanında ortak projelerin gerçekleştirilmesi, İran'a tarım ve makine ürünlerinin temini, tutukluların iadesi, bitki karantinası ve koruması gibi birçok alanında işbirliği anlaşmaları imzalandı.
Bunun yanında Kırgızistan Yatırım ve Kalkınma Bakanlığı’nın, İran Bilim ve Teknoloji Kurumu ile İran Doğal Kaynaklar ve Ticaret Bakanlığı arasında işbirliği anlaşmaları imzalandı. Ayrıca iki ülke merkez bankaları arasında da işbirliği kararı alındı.
Yapılan toplam 66 anlaşmanın değerinin 2 milyar doları bulduğu belirtiliyor. İran Cumhurbaşkanı Ruhani, İran ve Kazakistan’ın bölgesel ve uluslararası birçok konuda görüş birliğine sahip olduğuna işsaret ederek, Tahran'ın Astana ile ilişkilerini güçlendirmek için elinden gelen tüm çabayı göstereceğini vurguladı.
Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev ise ülkesinin her dönemde İran ile samimi ve dostane ilişkileri olduğunu, yapılan ziyaret ile iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin yeni bir ivme kazanacağını söyledi.
İran’a uygulanan ambargoların kaldırılmasının İran ve Kazakistan arasındaki ticari ilişkilere olumlu katkı sağlayacağını belirten Nazarbayev, yaptırımların kalkmasıyla yeni bir sayfanın açıldığını belirtti.
İran ile Suudi Arabistan arasındaki gerilime de değinen Nazarbayev, terörizme karşı mücadelede İslam dünyasının birlik olmasının bir zorunluluk olduğuna dikkat çekti. İran ve Suudi Arabistan arasında hiçbir sorunun olmaması gerektiğini ifade eden Nazarbayev, var olan sorunların da müzakere yolu ile çözüme kavuşturulması gerektiğini dile getirdi.
Kazakistan, İran ve Türkmenistan arasında 2007 yılında yapılan anlaşmayla inşasına başlanan ve yıllık 3 ila 5 milyon ton yük taşıması planlanan demiryolu 2014 yılında hizmete açılmış, Tahran’da yapılan açılışa 3 ülkenin de cumhurbaşkanları katılmıştı.
Demiryolunun hizmete açıldığı 2014 yılında İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani Kazakistan’a bir ziyaret gerçekleştirmiş ve ziyaret kapsamında uluslararası ulaşım, ticaret ve sanayi alanında bir dizi anlaşma imzalanmıştı.
Nükleer müzakerelerin henüz devam ettiği dönemde gerçekleştirilen ziyarette Kazakistan Başbakanı Massimov İran üzerindeki yaptırımların bir an önce kaldırılması gerektiğini ifade etmişti. Hasan Ruhani de bölgede istikrarın sağlanabilmesi için Kazakistan’la işbirliğinin önemini vurgulamıştı.
İRAN - ÖZBEKİSTAN İLİŞKİLERİ İVME KAZANDI
İran’ın 31 Ağustos 1991 tarihinde bağımsızlığına kavuşan Özbekistan’ı ancak bir yıl sonra tanıdı. Özbekistan ile İran arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasının ardından, Taşkent yönetimi mesafeli bir tutum takınmayı tercih etti.
Bu tercihte, Özbekistan'ın komşuları Tacikistan ve Afganistan'daki aşırılık yanlısı grupların giderek güç kazanması ve İran'ın bu gruplara destek verdiği yönündeki iddialar etkili oldu. Taşkent ve Tahran yönetimleri arasındaki ideolojik farklılardan kaynaklanan önyargılar ancak 2003 yılında Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov'un gerçekleştirdiği Tahran ziyaretiyle kırılabildi.
Bu ziyaretin ardından, karşılıklı güven eksikliğinden kaynaklanan sorunlar geride bırakıldı ve ikili ilişkiler açısından yeni bir dönem başladı. Son yıllarda iki ülke arasında ticari ilişkiler hızla artıyor. İran, Özbekistan'daki petrokimya ürünleri ve kimyasal üretimle, plastik sanayii, ilaç, otomotiv yedek parçası, gıda, sanayi yağları ve taşımacılık gibi sektörlerle yakından ilgileniyor.
Taraflar, ticaret hacminin artırılması için ulaşım alanındaki altyapı sorunlarının çözülmesine öncelik veriyor. Ayrıca ticareti sınırlandıran gümrük düzenlemelerinin değilştirilmesi de iki ülke arasında sıklıkla görüşülen konular.
TACİKİSTAN’DA RESMİ DİL FARSÇA
İran'ın Orta Asya ülkeleriyle olan ilişkilerinde Tacikistan'ın ayrı ve özel bir önemi var. Orta Asya'daki ülkeler genel olarak Türk dili konuşurken, Tacikistan'da resmi dil Farsça. Ülke 1991 yılında bağımsızlığına kavuştuğunda, Tacikistan'ı ilk tanıyan ülkelerden biri İran oldu. Ancak Tacikistan çok geçmeden iç savaşa sürüklendi.
İslamcı muhalefet, Rusya'nın desteğiyle bastırılırken, İran, hem mezhep farkından ötürü, hem de Rusya'nın tepksini çekmemek için iç savaş boyunca Duşanbe yönetimine yakın bir siyaset izledi. Tahran, Tacikistan'daki taraflar arasında Birleşmiş Milletler gözetiminde gerçekleştirilen barış müzakerlerine de ev sahipliği yaptı.
İç savaşın sona ermesinin ardından Tahran ve Duşanbe arasında gerçekleşen karşılıklı üst düzey ziyaretlerle, ilişkiler hızla kurumsallaştı. Hatta Afganistan'ın da katılımıyla Farsça konuşan ülkeler topluluğu kuruldu. Bugün İran, Orta Asya'nın en yoksul ülkesi olan Tacikistan'a önemli yatırımla imza atıyor.
Tahran yönetimi, Pamir Dağları nedeniyle coğrafi olarak ikiye bölünen Tacikistan'daki ulaşım projelerine milyonlarca dolarlık destek sağladı. Aynı zamanda, enerji ihtiyacının karşılanması için yapımına başlanan hidro elektrik santrallerin inşasına da önemli katkılarda bulundu.
Tahran yönetimi, ekonomik yatırımlarının yanı sıra iki ülke arasındaki kültür birliğini ön plana çıkaracak işbirliklerine de önem veriyor. Ortak basın yayın faaliyetleri ve eğitimde ortak müfredata geçilmesi gibi pek çok proje hâlihazırda devam ediyor. İran, Tacikistan'ı Orta Asya'nın Çin ve Hindistan'a açılan kapısı olarak da görüyor.
KIRGIZ - İRAN MÜNASEBETLERİ
Kırgızistan Dışişleri Bakanı Basın Sekreteri Nurlan Süyörkulov, İran ile Kırgızistan arasındaki ilişkileri değerlendirdi. İki ülke ilişkilerinin hızla geliştiğini belirten Süyörkulov, sözlerini şu ifadelerle sürdürdü:
“Kırgızistan Cumhuriyeti ile İran İslam Cumhuriyeti arasındaki diplomatik ilişkiler 10 Mayıs 1992 tarihinde başladı. İran Cumhuriyeti’nin, Bişkek’teki büyükelçiliği 1993 yılında açıldı. Kırgızistan’ın Tahran Büyükelçiliği ise 1996 yılında açıldı. O günden bu yana diplomatik ilişkilerimiz hızla gelişiyor.
Bugüne dek pek çok kez resmi ziyaretler yapıldı. Cumhurbaşkanları düzeyinde karşılıklı 8 ziyaret gerçekleşti. 2012 yılında iki ülke liderleri, bir dostluk deklarasyonu imzaladı. İki ülke arasında 56 uluslararası, 48 de kurumlar arası anlaşma mevcut.“
2015 yılın Eylül ayında Kırgızistan Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev’in, İran’a resmi bir ziyaret gerçekleştirdiğini hatırlatan Süyürkulov, sözlerine şu ifadelerle devam etti: “Resmi ziyaret sonucunda ortak bir bildiri imzalandı. Bu bildiri Kırgızistan-İran ilişkilerinin yeni dönemini başlattı.
Ardından iki ülkenin dışişleri bakanlıkları arasında da bir protokol imzalandı. Bu protokol iki ülke arasındaki işbirliğinin 5 yıllık planını kapsıyor. Kırgızistan Cumhuriyeti İran’ın uluslararası uranyum sözleşmesini destekliyor. Ama aradan geçen yıllarda maalesef ticari ilişkilerimiz yeterince gelişemedi. Başlayan bu yeni dönemin, ticaret hacminin de artmasına yardımcı olmasını umuyoruz.“