“İnisiyatif Hatay” ve Orta Doğu

Haber

Ekselansları Prenses, Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanımız, Sayın Rektörümüz, 22 Arap ülkesinin birliği Arap Ligini temsilen burada olan Sayın Büyükelçi Naciri,...

Ekselansları Prenses, Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanımız, Sayın Rektörümüz, 22 Arap ülkesinin birliği Arap Ligini temsilen burada olan Sayın Büyükelçi Naciri, çok değerli büyükelçiler, komutanlarımız, çok değerli akademisyenler, hanımefendiler, beyefendiler.

4. Uluslararası Orta Doğu Kongresi’nde tekrar bir araya gelmiş olmaktan memnuniyet duyuyorum. Bu çalışmanın hayata geçmesi için maddi manevi desteğini ve ilgisini esirgemeyen bütün kurumlarımıza, makamlara, TASAM çalışanlarına, yönetimimize, Kongre’nin koordinatörü Reyyan Hanımefendi’ye ve hepinize içten şükranlarımı sunuyorum. Sayın Valimizin de bugün Hatay’a gelecek olan Sayın Bakanımızı karşılama vazifesi var. Dolayısıyla mümkün olduğunca açılış konuşmalarını kısa tutma gayreti içerisindeyiz.

Türk - Arap ilişkilerini anlamak için; işin hem tarihsel hem de güncel arka planı önemli olmakla birlikte, bugün yaşadığımız dünya neye tekabül ediyorsa, Türk - Arap ilişkileri de o muvacehede gelişecektir veya daha geriye gidecektir diye düşünüyorum. Elbette gayret ve istek bu işbirliğinin gelişmesi, büyümesi sektörel ve finansal olarak derinleşmesidir. Bu ortak havza da, Türk - Arap ilişkilerinin tarihsel derinliğine tekrar kavuşması olacak.

Nasıl bir dünyadayız çok kısa özetleyeceğim. Özellikle son 20 yıldır Doğu’da ortaya çıkan güçlerin dünyadaki her türlü pastadan daha fazla pay almasıyla Doğu ile Batı arasında büyük bir rekabet ortamını yaşıyoruz. Doğu ile Batı’yı şekillendiren rekabetin enstrümanlarını izninizle tekrarlamak istiyorum.

Birincisi “mikro-milliyetçilik“… Bildiğiniz gibi 19. yüzyıl büyük devletler-imparatorluklar, 20. yüzyıl ulus devletler çağıydı. 21. yüzyıl da ulus ve mikro devletler çağı olacak. Önümüzdeki çok uzun olmayan bir vade içinde uluslararası sistemin üye sayısı açısından belki iki katına çıkacağı yönünde öngörüler var. En gelişmiş ülkeler dâhil her ülkede bir mikro-milliyetçilik riski var. Bunu Avrupa ve Amerika’da da görüyoruz. Fakat bizim bölgemizde Arap Baharı ile birlikte daha hızlı ortaya çıktı ve çok büyük kaosa, fitneye, sıkıntıya sebep oldu. Mikro-milliyetçiliği sadece etnik kökenlerin değil her türlü farklılığın ayrıştırılması ve kışkırtılması olarak tanımlamak gerekiyor. Bunlar; ideolojik fikir olabilir, mezhep olabilir, farklı yaklaşımlar olabilir.

İkinci temel enstrüman “entegrasyon“… Bu kadar küçük devletin uluslararası sitemde kendisini göstermesi çok da mümkün olmadığından dünyanın her yerinde Avrupa Birliğini model alan, ciddi entegrasyon çalışmaları var. Bunların en yenisi Trans-Atlantik ve Trans-Pasifik ile ABD öncülüğünde kurulan entegrasyonlar. Pasifik kısmı bitti, Atlantik kısmını ise Başkan Obama görevi bırakmadan tamamlamak istiyor. Bu ikisi tamamlandığında dünya ticaretinin yüzde 73’ünü kontrol eden bir yapı ortaya çıkacak. Buradaki temel enstrüman da; Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne girmesiyle standartları zorlamasının üzerine geçip, standartları koyucu otoriteyi değiştirmek. Entegrasyonda nihai hedefin öncelikle bölgesel ya da kıtasal entegrasyonlara, ardından da mümkünse uluslararası tek sisteme, bir dünya devletine doğru gitmek olduğunu da görmemiz gerekiyor. Ne zaman başarılır, bunu zaman gösterecek. Ya da başarılmalı mıdır, o da ayrı bir tartışma konusu.

Üçüncüsü “öngörülemezlik“... Bu da asimetrik gelişmelerin beklentileri tersine çevirmesi nedeniyle hayatın her alanının bir kriz yönetimi olarak gelişmesi. Çünkü Türkiye de dâhil olmak üzere bütün önemli ülkeler birçok alanda istediğinin tam tersini alabiliyor. Bu bilimsel anlamda hayatın bir gerçeği. Sahada çok fazla değişken var. Sonuç alabilmek için büyük bir sofistike akıl ve bilgeliğe ihtiyacımız var.

Bir de bugünkü dünyada Doğu’da veya Batı’da olmanızın, hangi güç odağında olduğunuzun fark etmediği, bütün küresel başlıklar tarafından algılanan tarafsız küresel meydan okumalar var. Onları da kısaca özetlemek istiyorum.

İlki, ‘’Üretim-Tüketim-Büyüme Formülünün Sürdürülemezliği’’… Mevcut dünyadaki, özellikle 1973’ten sonra geçilen uluslararası sistemdeki bu formül artık teknolojinin bile tahmin edemeyeceği bir noktaya ulaştı. Dünyada bu büyüme formülünde ısrar edildiği müddetçe bizi çok büyük krizlerin beklediğini de görmemiz gerekiyor.

İkincisi, ‘’Orta Sınıfın Tasfiyesi’’… Bildiğiniz gibi Batı’da ancak Sovyet kaldıracıyla bir orta sınıf inşa etmek mümkün olmuştu, fakat ömrü yaklaşık 50 yıl sürdü. Şu anda Çin kaldıracıyla bu orta sınıf eksi yönde tasfiye oluyor. Orta sınıfı olmayan ülkelerin kaosa ya da otoriter rejimlere sürükleneceğini öngörmemiz gerekiyor. Bu orta sınıf sorununun dünyadaki bütün uluslararası ilişkiler ve sosyolojik konuların başına oturtulması gerekiyor. Fakat çok fazla tartışıldığı kanaatinde değilim. Çünkü orta sınıf eriyor. En gelişmiş ülkelerde bile çok iyi eğitim almış insanlar ancak hayatlarını idame ettirecek parayı kazanıyorlar.

Üçüncüsü, ‘’Enerji, Su ve Gıda Güvensizliği’’… Çılgın tüketim ve büyüme formülü içerisinde ve insanoğlunun acımasızlığı sayesinde dünyadaki ekolojinin artık buna ayak uyduramayacak hâle gelmiş olması. Bu anlamda birçok doğa olayını, felaketleri, özellikle tarımda üretim kayıplarını hep birlikte yaşıyoruz. Buna bağlı olarak dünyayı 2030 ve 2035’te çok daha büyük sorunlar bekliyor. Şu an bile dünyanın birçok ülkesi özellikle susuzlukla karşı kaşıya. Bu ‘’Enerji, Su ve Gıda Güvenliği’’ o kadar birbirine bağlı ki, biri olmayınca diğeri de bir işe yaramıyor.

Dördüncü madde, ‘’Dördüncü Boyuta Geçiş’’… Hayatın her alanı, sofistike bir alana geçiş yapıyor. Bu sadece Sanayi Devrimi’nden sonra “Dördüncü Sanayi Devrimi“ olarak tanımlanan, makinelerin birbiriyle konuşması meselesi değil! Sosyal ve beşeri alanlar dahil olmak üzere çok hızlı bir sofistike kayış var. Dünyanın dörtte üçünün Yeni Dünya’ya uyum sağlaması noktasında eğitim ve altyapısının yeterli olmadığı görülüyor. Bu uyum sürecinin de yine büyük türbülansları beraberinde getirdiğini görmemiz gerekiyor. Güvenlik, savunma, iletişim, eğitim, Dördüncü Sanayi Devrimi, iş gücünde insan kaynağının tasfiyesi gibi başlıklar yine önemli tartışma konuları olmaya, hatta hayatın gerçekleri olmaya devam edecek. Özellikle iş gücünde insan gücünün tasfiyesinin altını çizmek gerekiyor. Robot kullanımı bugün için bile mütevazı olmayacak sayılarda ve önümüzdeki 10 yıl içerisinde sanayide birçok işi robotlar yapacak. Bunun ortaya çıkaracağı sosyolojik sorunları çok iyi incelemek gerekiyor. Yine savunma sanayii, güvenlik ve savunmada otonom silahların ve robotların devreye girmesinin çok uzak olmaması da bir başka konu.

Sonuncusu, ‘’Değişen Devlet Doğası ve Beklenti Yönetimi’’... Bu özellikle son 5 yıldır üzerinde çokça durduğumuz bir konu. Devlet doğası değişiyor ve inşa ettiğimiz kurumsal kapasiteler bir süre sonra ihtiyaca cevap vermeyecek hâle geliyor. Şu anda da vermiyor. Bunu çevremizdeki birçok ülkede görüyoruz ama görece daha iyi olan ülkeler bunu biraz daha geç fark edecekler. Çok büyük kaynaklar harcayarak inşa ettiğimiz kurumsal alt yapının aslında ihtiyacımızı karşılayacak noktada olmadığını bir an önce görmemiz gerekiyor.

Böyle bir küresel fotoğrafta ulus devletler olarak neye ihtiyacımız var? Siyasi hedefler, ekonomi politikası ve sektörel hedeflerin birbiriyle uyumlu olması gerekiyor. Yani siyasi hedefleri belirlenmiş bir ülkede öncelikle bunu başaracak bir ekonomi politikasının, ondan sonra bütün sektörel politikaların örgütlenmesi gerekiyor. Savunma, sağlık, eğitim, dış politika vb. hepsi ekonomi politikasından sonra geliyor. Bu makro formülü olmayan ülkelerde de milyonlarca tekrar ve herkesin ayrı ayrı ülkeleri kurtarması söz konusu. Bu açıdan da İslam dünyası olarak, Orta Doğu olarak altını çizmemiz gerekiyor. İslam dünyasında bu makro formülü görece başarmış olan bir tek Malezya var. Bu makro politikanın uygulanmasında “paydaşlar kim“ diye baktığımızda devletin kendi içindeki aktörler, yerel yönetimler, sivil toplum, ülkelerin hem iç hem dış diasporaları, özel sektör, medya ve akademinin de temel başlıklar olduğunu fakat daha alt kurumların da bu listeye eklenebileceğini düşünüyorum.

Bu küresel fotoğrafta Türk - Arap ilişkilerine gelirsek İslam dünyasını çok kısa özetlemek istiyorum…

Türkiye’de “Hint Müslümanları“ olarak geçen ve bugün üç ülkeye dağılmış olan; Hindistan’da 250 milyon, Pakistan’da yaklaşık 200 milyon ve Bangladeş’te yaklaşık 170 milyon, toplamda 600 milyonu aşkın Müslüman bu topraklarda yaşıyor. Fakat bulundukları konum itibariyle önemli ülkeler olsa da, küresel sistemi etkileyecek güce sahip değiller. Diğeri “Malay Müslümanları“; Endonezya ve Malezya’da yerleşik 300 milyon kişiden oluşan bir kitle. Hint Okyanusu’nda ve Pasifik’te oldukları için özellikle siyasi gelişmelere uzak durumdalar. Üçüncüsü “İran Müslümanları“; yani Farslar, eski ismiyle Persler... “Afrika Müslümanları“ ve yaklaşık 300 milyonluk nüfusuyla “Araplar“ ve yine 6 farklı bağımsız devlette yaşayan, çokça farklı diasporada ve farklı özerk cumhuriyetlerde temsil edilen “Türkler“.

Baktığımız zaman hiçbir unsuru dışlamamakla birlikte aslında bir buçuk milyarlık İslam dünyası dediğimiz olgunun bu 6 unsurdan oluştuğunu görüyoruz. Burada tarihsel perspektif açısından İran’ın tamamlayıcılığı içerisinde Türk - Arap ilişkilerinin; İslam dünyasının da, Bölge’nin de nereye gideceği konusunda çok belirleyici olacağının altını çizmek gerekiyor. Türk - Arap ilişkilerinin başarılması için - özellikle bu kongrenin amacına ve bizim bulunduğumuz konuma da uygun olarak - sivil diplomasi ve sektörel diplomasi kanallarının çok büyük derinlik kazanması gerekiyor. Jenerik olarak bir sorun yok; “dostluk“, “kardeşlik“ gibi kavramlar güzel fakat bütün bu söylemlerin sektörel ve finansal olarak derinleştirilmesi, karşılıklı bağımlılığının oluşturulması gerekiyor. Karşılıklı bağımlılığı inşa edemezsek bu söylemlerin bir süre sonra fayda değil zarar vereceğini de görmemiz gerekiyor. Bu anlamda Türkiye’nin olumsuz bir Orta Asya tecrübesi var. Dolayısıyla karşılıklı olarak bağımlılığın artırılması ve bu sektörel kanalların çalıştırılmasının çok önemli olduğunun altını çiziyorum. Çünkü dil, din, tarih, coğrafya çok önemli olmakla birlikte, iyi yönetilemediği zaman bugün bölgemizde olduğu gibi çok büyük karışıklığa ve kaosa neden olabiliyor.

Dil, din, tarih, coğrafyanın üzerine bina etmemiz gereken; karşılıklı bağımlılık ile sektörel ve finansal derinleşmedir. Güvenlik ve savunma başta olmak üzere Türk - Arap ilişkileri için önümüzde çok büyük bir zihinsel eşik var. Sadece ihtiyaçlarımızın yüzde 20’sini birbirimizden karşılasak bile, karşılıklı olarak birçok sorunu çözmüş oluyoruz.

“Orantılı risk - karşılıklı bağımlılık“ formülünün altını çizmek istiyorum. Her ülkenin kendine göre gerçekleri ve riskleri var. Bu anlamda empati yapmak gerekiyor. Herkes gücü kadar risk almalı, çünkü kimse gücünden fazla adaletten sorumlu değil. Bu yüzden karşılıklı bağımlılığı merkeze almalı. “Güvenlik ve savunma“ burada en temel başlıklardan birisi. Bir de Bölge’nin, İslam dünyasının güç ve adalet noktasındaki ahlaki ve etik tutumunun da ilişkilerde ve dünyadaki mevcut konjonktürde ciddi bir çarpan etkisi yapacağını görmemiz gerekiyor.

Böyle bir perspektif içerisinde bu kongrenin ne anlam ifade ettiğine değinmek istiyorum. “Hatay merkezli“ alınmış bir inisiyatif ve dördüncüsünü yapıyoruz. İnanın “çok yerinde“ bir inisiyatif! Gelinen nokta itibarıyla sadece yıldan yıla buluşmaktan öte yıl içerisinde de çeşitli aktivitelerle “Hatay merkezli“ olarak bu sürecin derinleştirilmesi gerektiğini Sayın Valimiz ile de paylaştık. Bir ön mutabakatımız da oldu. İstanbul’da ve Ankara’da çokça uluslararası ilişkiler çalışması yapılıyor. Buradaki gündem yoğunluğundan ve binlerce farklı konu icra edildiği için, bunlar genelde beklenen etkiyi oluşturmuyor. Yerinden, Bölge’den bu tür dış politik inisiyatiflerin alınmasının artık bir seçenek değil zorunluluk olduğunun altını çizmek istiyorum. Belki de Anadolu’nun sıcaklığıyla bu işin daha iyi nasıl yapıldığını İstanbul’a göstermeye ihtiyaç var.

2016 sonuçlarını yine 4. Hatay Deklarasyonu olarak değerlendireceğiz. 2016 ve 2017 çalışmaları için bazı önerilerim olacak. Bunların hem ilgili makamlardan teyit edilmesi hem de mutabık kalınırsa birlikte oluşturacağımız deklarasyona girmesi gerekiyor. Önümüzdeki zihinsel eşiğin sektörel ve finansal derinleşme olduğunu gördüğümüzde jenerik konuları 4 yıldır işledik, bundan sonra spesifik, sektörel ve finansal konulara eğilmemiz gerekiyor. Örneğin Suriye’nin dönüşümü, yeniden inşası gibi başlıklara yoğunlaşmamız gerekiyor.

Burada Hatay, Mardin ile birlikte Türkiye’de çok özel bir örnek. Türkiye’nin bu anlamda gelecek vadeden iki farklı ilinden biri. Çok kültürlü, çok dilli ve çok dinli yaşayabilen ve bunca türbülansa rağmen kendi içinde sıkıntıya uğramamış bir şehir. Türkiye’nin de ilk 10 büyük ekonomisinden biri. Dolayısıyla Hatay’ın burada çok ciddi bir rol üstlenebileceğini, tartışmalara katılabileceğini, olumlu anlamda da Ankara’yı zorlayabileceğini düşünüyorum.

Bu yıldan itibaren önerimiz bu inisiyatifin ‘’Hatay Platformu’’ veya’’ İnisiyatif Hatay’’ gibi bir başlıkla daha spesifik konulara eğilmesi, yine yılda bir kongre olarak buluşmalarla sürecin taçlandırılması. Burada da karşılıklı bağımlılık inşa edilmesi gereken temel sektörleri ele aldık. Tüm bu çerçeve içerisinde tekrar katılımınız ve katkınız için teşekkür ediyorum. Sürçülisan ettiysem affola. Saygılar sunuyorum…
( 4. Uluslararası Orta Doğu Kongresi | Süleyman Şensoy Açılış Konuşması | 28 Nisan 2016 Hatay )
Bu içerik Marka Belgesi altında telif hakları ile korunmaktadır. Kaynak gösterilmesi, bağlantı verilmesi ve (varsa) müellifinin/yazarının adı ile unvanının aynı şekilde belirtilmesi şartı ile kısmen alıntı yapılabilir. Bu şartlar yerine getirildiğinde ayrıca izin almaya gerek yoktur. Ancak içeriğin tamamı kullanılacaksa TASAM’dan kesinlikle yazılı izin alınması gerekmektedir.

Alanlar

Kıtalar ( 5 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 2782 ) Etkinlik ( 223 )
Alanlar
TASAM Afrika 77 650
TASAM Asya 98 1118
TASAM Avrupa 23 651
TASAM Latin Amerika ve Karayip... 16 67
TASAM Kuzey Amerika 9 296
Bölgeler ( 4 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 1406 ) Etkinlik ( 54 )
Alanlar
TASAM Balkanlar 24 297
TASAM Orta Doğu 23 623
TASAM Karadeniz Kafkas 3 297
TASAM Akdeniz 4 189
Kimlikler ( 2 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 1304 ) Etkinlik ( 78 )
Alanlar
TASAM İslam Dünyası 58 786
TASAM Türk Dünyası 20 518
TASAM Türkiye ( 1 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 2054 ) Etkinlik ( 83 )
Alanlar
TASAM Türkiye 83 2054

1980'li yıllarda çevre sorunlarının yaşanmasıyla, "sürdürülebilirlik" ve "sürdürülebilir gelişme" kavramları Dünya gündeminde önem kazandı. Sürdürülebilirlik kavramının önem kazandığı sektörlerden biri de, turizm sektörüdür. Turizm sektörünün, doğal ve kültürel kaynaklar üzerindeki etkileri, farklı...;

Son yıllarda teknolojideki ilerlemeler ve uluslararası serbestleşme faaliyetleri, üretim, tüketim ve finans alanlarında küreselleşmiş bir ekonominin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu küreselleşme sürecinin önde gelen aktörlerinden olan çok uluslu şirketler, birden çok ülkede faaliyet göstermektedi...;

Küresel ekonomide son yıllarda bilhassa Çin, Hindistan ve Endonezya gibi kalabalık nüfusa sahip ülkeler, önemli büyümelerin gerçekleştiği ülkeler olarak göze çarpıyor. Bu ülkeler, küresel ekonomik büyümenin son derece kısıtlı olduğu son birkaç yılda büyümenin itici güçleri arasında yer aldı. Türkiye...;

Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Avrupa Arktik Bölgesi için önemli bir dönüm noktası olmuştur. Soğuk Savaş boyunca Arktik, Barents Denizi’nin nükleer silahlı denizaltılar ve yoğun askeri konuşlanmalar için bir operasyon sahası olduğu stratejik bir sınır hattıydı. ;

Küresel ölçekte bir “Türkiye Markası“ olan 10. İstanbul Güvenlik Konferansı (İGK) 2024, TASAM Millî Savunma ve Güvenlik Enstitüsü (MSGE) tarafından “Teknopolitik Yeni Dünya Güvenliğin Güvenliği: Akıl, Nesil, Aile, İnanç ve Devlet Güvenliği“ ana teması altında 21-22 Kasım 2024 tarihinde İstanbul’da W...;

Makale, Türk dış politikasının şekillenmesinde güvenlik kültürünün önemli bir rol oynadığını incelemektedir. Güvenlik kültürü, uzun dönemli yapısal ve kısa dönemli konjonktürel faktörlerden etkilenir. Uzun dönemli yapısal faktörler arasında Türkiye’nin kurucu ideolojisi, coğrafi koşulları ve tarihse...;

Ortadoğu, Osmanlı hakimiyeti altında dört yüzyıl boyunca barış ve istikrarın hüküm sürdüğü bir bölge olmuştur. Ancak I. Dünya Savaşı’nın ardından bu düzen sona ermiş ve bölge, büyük devletlerin güç mücadelelerinin etkisiyle zayıf, istikrarsız ve geri kalmış bir yapıya bürünmüştür. Soğuk Savaş’ın son...;

Dünya sanki “delilik yürüyüşü“ne çıktı. “Topal ördek“ Biden ve ABD’nin dümen suyundaki İngiltere ile Fransa, Ukrayna’ya, Rusya’yı uzun menzilli ABD ve İngiliz-Fransız füzeleriyle vurma izni verdiler. Putin de Nükleer Doktrin’i, Rusya’nın nükleer veya konvansiyonel füzelerle vurulması halinde, sadece...;

10. İstanbul Güvenlik Konferansı (2024)

  • 21 Kas 2024 - 22 Kas 2024
  • İstanbul - Türkiye

Millî Savunma ve Güvenlik Akademisi Sertifika Programı | 2024 Dönem 2

Millî Savunma ve Güvenlik Akademisi Sertifika Programları ile katılımcılara stratejik yönetim ve liderlik alanlarındaki yeniliklerin aktarılması, Türkiye ve dünyadaki gelişmeler ışığında ulusal ve uluslararası güvenlik stratejileri konularında çok yönlü analiz, sentez ve değerlendirmeler yapabilmelerine, çözüm önerileri, farkındalık ve gelecek öngörüleri geliştirmelerine destek sağlanması amaçlanıyor.

  • 20 Nis 2024 - 11 May 2024
  • Cumartesileri 10.00-13.30 (Çevrimiçi) -
  • İstanbul - Türkiye

Millî Savunma ve Güvenlik Akademisi Sertifika Programı | 2024 Dönem 1

Millî Savunma ve Güvenlik Akademisi Sertifika Programları ile katılımcılara stratejik yönetim ve liderlik alanlarındaki yeniliklerin aktarılması, Türkiye ve dünyadaki gelişmeler ışığında ulusal ve uluslararası güvenlik stratejileri konularında çok yönlü analiz, sentez ve değerlendirmeler yapabilmelerine, çözüm önerileri, farkındalık ve gelecek öngörüleri geliştirmelerine destek sağlanması amaçlanıyor.

  • 20 Oca 2024 - 10 Şub 2024
  • Cumartesileri 10.00-13.30 (Çevrimiçi) -
  • İstanbul - Türkiye

Millî Savunma ve Güvenlik Akademisi Sertifika Programı | 2023 Dönem 1

21. yüzyıl güvenlik sorunlarının dönüşümünü takip edebildiğimiz bir dönem olarak dikkat çekmektedir.

  • 11 Kas 2023 - 02 Ara 2023
  • Cumartesileri 10.00-13.30 (Çevrimiçi) -
  • İstanbul - Türkiye

Türkiye - AB İlişkilerinin 60. Yılı ve Geleceği Konferansı

  • 24 Eki 2023 - 24 Eki 2023
  • İstanbul Kent Üniversitesi Kağıthane Kampüsü -
  • İstanbul - Türkiye

Doğu Akdeniz Programı 2023-2025

  • 17 Tem 2023 - 19 Tem 2023
  • Sheraton Istanbul City Center -
  • İstanbul - Türkiye

5. Denizcilik ve Deniz Güvenliği Forumu

  • 23 Kas 2023 - 24 Kas 2023
  • İstanbul Kent Üniversitesi Kağıthane Kampüsü -
  • İstanbul - Türkiye

2. İstanbul Siber-Güvenlik Forumu

  • 23 Kas 2023 - 24 Kas 2023
  • İstanbul Kent Üniversitesi Kağıthane Kampüsü -
  • İstanbul - Türkiye

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in hazırladığı “ABD Hegemonyasına Meydan Okuyan Çin’in Zorlu Virajı; Güney Çin Denizi” isimli stratejik raporu yayımladı.

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in hazırladığı “Küresel Rekabet Penceresinden Pasifik Adaları” isimli stratejik raporu yayımladı.

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in uzun araştırmalar sonunda hazırladığı “TEKNOLOJİK ÜRETİMDE BAĞIMSIZLIK SORUNU; NTE'LER VE ÇİPLER ÜZERİNDE KÜRESEL REKABET” isimli stratejik raporu yayımladı

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in hazırladığı “Sri Lanka’nın Çöküşüne Küresel Siyaset Çerçevesinden Bir Bakış” isimli stratejik raporu yayımladı.

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in hazırladığı “Çin-Japon Anlaşmazlığında Doğu Çin Denizi Derinlerdeki Travmalar” isimli stratejik raporu yayımladı.

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in uzun araştırmalar sonunda hazırladığı “MYANMAR; Büyük Oyunun Doğu Sahnesi” isimli stratejik raporu yayımladı

İngiltere’nin II. Dünya Savaşı sonrasında Hint Altkıtası’ndan çekilmek zorunda kalması sonucunda, 1947 yılında, din temelli ayrışma zemininde kurulan Hindistan ve Pakistan, İngiltere’nin bu coğrafyadaki iki asırlık idaresinin bütün mirasını paylaştığı gibi bıraktığı sorunlu alanları da üstlenmek dur...

Devlet geleneğimizde yüksek emsalleri bulunan Meritokrasi’nin tarifi; toplumda bireylerin bilgi, bilgelik, beceri, çalışkanlık, analitik düşünce gibi yetenekleri ölçüsünde rol almalarıdır. Meritokrasi din, dil, ırk, yaş, cinsiyet gibi özelliklere bakmaksızın herkese fırsat eşitliği sunar ve başarıyı...