Başkanlık makamına geliş süreciniz nasıl oldu? Makamınızla ilgili sorumluluklarınız hakkında düşüncelerinizi aktarır mısınız?
Kurucu Başkan olarak başladım ve hâlâ da devam ediyorum. Ümit ediyorum ki, özellikle Batı’daki örneklerine ve tarihsel referanslarımıza uygun olarak kurumsallaşmış, güçlü bir kurum olarak benden sonra geleceklere emaneti devredeceğim.
TASAM hakkında okuyucularımızı bilgilendirir misiniz?
TASAM bir düşünce kuruluşu ve tarihimizde bunun benzer referansları çok fazla. Fakat bu modern anlamda daha çok Batı’ya ait bir kurumsallaşmadır. Avrupa’da başladı. Fakat şu an Amerika bu düşünce kuruluşlarının merkezi durumunda. Dünyadaki düşünce kuruluşlarının yaklaşık yüzde altmışı Avrupa ve Amerika’da bulunuyor. Düşünce kuruluşları bir ülkenin eleştirel düşünce kapasitesinin rafine merkezleridir.
Bir ülkenin ya da bir bölgenin gücünü anlamak için düşünce kuruluşlarının gücüne bakmak gerekiyor. Düşünce kuruluşlarının sadece güvenlik, savunma, dış politika gibi temel konularda değil, bütün sektörlerde çalışması gereken ve bütün sektörlere inovatif politika önerileri ve değişim sunmaya çalışan kurumlar olması gerekiyor. TASAM da böyle bir misyonla, iç ve dış politikada ülkemizin daha iyi yönetilmesine katkı sunuyor. ‘’Türkiye’nin Stratejik Vizyonu 2023’’ gibi büyük bir dönüşüme sebebiyet vermiş olan çok sayıda insiyatifi devam ettiriyor.
Son dönemlerde yapmakta olduğunuz ve gelecek dönemde yapacağınız projelerden bahseder misiniz?
Bizim şu anda odaklandığımız iki büyük proje var. Biri ‘’Sivil Global’’ projesi; Türkiye’nin büyük hedeflerine uygun olarak küresel ölçekte 19 sektör üzerinden sivil diplomasi kanalları oluşturmayı hedefliyor. Uzun soluklu bir program ve yıllık zirveleri de olacak. Diplomasi artık sadece dışişleri bakanlıklarına ait bir husus değil. Kamu diplomasisi ise diğer boyutuydu, Türkiye bununla da tanıştı. Fakat sürecin daha çok güçlenmesi için savunma diplomasisi, iş diplomasisi, eğitim diplomasisi gibi sektörel diplomasi kanallarına ihtiyaç var. Bu program, sektörlerdeki inovasyon ve farkındalığı artırmak için çalışacak.
İkinci projeye gelince; yaklaşık 9 yıldır sürdürdüğümüz ‘’Türkiye’nin Stratejik Vizyonu 2023’’ projesini, alınan derslerden yola çıkıp yaklaşan zamanı dikkate alarak ‘’Türkiye 2053, Güç ve Adalet’’ ana teması ile yeniden modelledik ve tamamen nitelik üzerine odaklanan yeni bir yaklaşım ortaya çıktı. 19 temel hedef var. Bu iki proje bizim için önümüzdeki 5 yıl temel projeler olmaya devam edecek. Tabii bu iki projenin çok alt başlıkları ve alt projeleri de var.
Kurum olarak dünya siyasetinin ve ekonomisinin merkezindesiniz. Son dönemde Rusya ve İran ile ilişkilerimizde gelinen nokta nedir? Bu ilişkiler ile ilgili ne gibi önerileriniz vardır? Normalleşme süreci hakkında neler söylemek istersiniz?
Rusya ve İran bizim için tarihsel olarak ‘’Yüksek Rekabet - Düşük İşbirliği’’ referansı olan ülkelerdir. Fakat son 10 yıldır yaptığımız bütün çalışmalarda iki ülke için de yeni ürettiğimiz slogan; “Yüksek Rekabet - Yüksek İşbirliği“dir. Çünkü sadece yüksek rekabetten bahsetmek tarihte olduğu gibi çatışmaya ve sorunlara götürür. Sadece yüksek işbirliğinden bahsetmek de romantik kalır. Çünkü bunun gerçekçi bir temeli yok.
Bu iki ülkeyle olan ilişkilerin, tarihsel referansları da göz önüne alınarak, ‘’Yüksek Rekabet - Yüksek İşbirliği’’ temelinde yürütülmesi ve karşılıklı bağımlılığın derinleştirilmesi gerekiyor. Ekonomik, sosyal, siyasi, askerî olarak karşılıklı bağımlılık ne kadar derinleştirilirse, yaşadığımız benzer krizlerin yaşanma olasılığı o kadar düşecektir.
Önümüzdeki reçete budur diye düşünüyorum. Çünkü Rusya, İran ve Türkiye birbiriyle çatıştığında hem bölgesel istikrardan bahsedemeyiz hem de bu durum bölge-dışı güçler açısından çok memnuniyet verici bir gelişme olur ve üç ülke de birbirini yıpratacakları için istikrar ve refah mümkün olamaz.
Ülkemizin jeopolitik konumu, global açıdan siyasi önemi ve değeri herkes tarafından kabul görmektedir. Siz ülkemizi bu perspektiften nasıl konumlandırırsınız? Türkiye’nin stratejik vizyonu nedir?
Türkiye’nin bulunduğu coğrafi konum çok büyük imkanlar bahşetmekle birlikte çok büyük riskler de içeriyor. Türkiye’nin yapması gereken, güç ve adalet inşasıdır. Çünkü hem içte hem de dışta bir güç inşasıyla ancak adalet sağlanabilir ve kimse maddi, manevi ve hukuki olarak gücünden daha fazla adaletten sorumlu değildir.
Türkiye’nin yeni dönem vizyonunun, karşılıklı bağımlılık ve orantılı risk olarak tanımlanması, güç ve adalet inşasına odaklanması gerekiyor. Güç toplamış bir Türkiye; bölgesi, İslam dünyası ve bütün dünya için bir istikrar, refah ve medeniyet merkezi olarak şekillenebilir.
Türkiye’yi gelecek dönemde neler beklemektedir? Önümüzdeki fırsatlar ve avantajlar ne olabilir?
Tarihsel bir kırılma yaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz yüzyıl açısından dengeler yeniden tanımlanıyor ve önümüzdeki 10 yıl içerisinde yeni bir dünyayla karşılaşacağız. Bu yeni dünyada ve daha sonrasında da güçlü şekilde var olabilmek için dünyadaki değişimi ve parametreleri çok iyi okumamız gerekiyor. Onun için Türkiye’nin bu sürece uyum sağlayacak mekanizmaları ve kurumsal kapasitesini hem kamuda hem özel sektörde hem de sivil toplumda güçlendirmek için hızlanması gerekiyor.
Yeni bir dünya geliyor ve bütün uygulamalar “Dördüncü Sanayi Devrimi“ dediğimiz sanayi devrimi gibi dördüncü boyuta geçiyor. Dolayısıyla bu yeni dünyaya ve yeni zihinsel eşiklere uyum sağlamak için hep birlikte çalışmamız gerekiyor. Birçok ülkenin 10 yıl sonra var olmayacağını söylemek mümkün. Böyle bir farkındalıkla hareket edersek, gelecek yüzyılda ve sonrasında güçlü olmaya devam edebiliriz diye düşünüyorum.
ESDER’in de içinde bulunduğu Ahilik referansında “Medeniyet İnşası - Türkiye Vizyonu Kongresi’’ hakkında düşünceleriniz nelerdir? Bu çalışmaların devamı gelecek mi?
“Türkiye’nin Stratejik Vizyonu 2023“’ ve ‘’Türkiye 2053’’ projesinin değerler inşası bölümü var. ‘’Medeniyet İnşası - Türkiye; Referans Değerler, Kişiler, Kurumlar“ başlığı altında bu çalışmalar sürdürülüyor. Bu kapsamda ESDER ile birlikte ‘’Ahilik ve Ahi Evran’’ model projesi hazırladık; Ahilik kurumunun iş, eğitim ve sosyal sorumluluk için bir model olmasını öngörüyor.
Ahiliğin en küçük üreticiden, tüketiciden en büyük birimdeki üretim ve tüketiciye bir rol model uygulama biçimi olması için çalışıyoruz ve bu çalışmaların devamı gelecek, birkaç yıl sürecek. Osmanlı Devleti’nin toplumsal olarak kurumsallaşmasını sağlayan Ahilik idi. Türkiye’nin de Ahiliğe romantik bir anlayış dışında; kurumsal olarak yeniden nasıl yorumlanabilir, nasıl uygulanabilir diyerek odaklanması gerektiğini düşünüyorum. Biz bu odaklanmaya politika önerileri ve inovatif katkılar sunmaya devam edeceğiz.
Eklemek istedikleriniz…
Önümüzdeki 10 yılda yapacaklarımız, yüzyılın kalanında nerede olacağımızı belirleyecek. Dolayısıyla hep birlikte çok çalışmaya ihtiyacımız var.
( TASAM Başkanı Süleyman Şensoy Röportajı | Şubat 2016 | ESDER Esnaf ve Sanatkarlar Derneği “KEPENK Dergisi“)
Kurucu Başkan olarak başladım ve hâlâ da devam ediyorum. Ümit ediyorum ki, özellikle Batı’daki örneklerine ve tarihsel referanslarımıza uygun olarak kurumsallaşmış, güçlü bir kurum olarak benden sonra geleceklere emaneti devredeceğim.
TASAM hakkında okuyucularımızı bilgilendirir misiniz?
TASAM bir düşünce kuruluşu ve tarihimizde bunun benzer referansları çok fazla. Fakat bu modern anlamda daha çok Batı’ya ait bir kurumsallaşmadır. Avrupa’da başladı. Fakat şu an Amerika bu düşünce kuruluşlarının merkezi durumunda. Dünyadaki düşünce kuruluşlarının yaklaşık yüzde altmışı Avrupa ve Amerika’da bulunuyor. Düşünce kuruluşları bir ülkenin eleştirel düşünce kapasitesinin rafine merkezleridir.
Bir ülkenin ya da bir bölgenin gücünü anlamak için düşünce kuruluşlarının gücüne bakmak gerekiyor. Düşünce kuruluşlarının sadece güvenlik, savunma, dış politika gibi temel konularda değil, bütün sektörlerde çalışması gereken ve bütün sektörlere inovatif politika önerileri ve değişim sunmaya çalışan kurumlar olması gerekiyor. TASAM da böyle bir misyonla, iç ve dış politikada ülkemizin daha iyi yönetilmesine katkı sunuyor. ‘’Türkiye’nin Stratejik Vizyonu 2023’’ gibi büyük bir dönüşüme sebebiyet vermiş olan çok sayıda insiyatifi devam ettiriyor.
Son dönemlerde yapmakta olduğunuz ve gelecek dönemde yapacağınız projelerden bahseder misiniz?
Bizim şu anda odaklandığımız iki büyük proje var. Biri ‘’Sivil Global’’ projesi; Türkiye’nin büyük hedeflerine uygun olarak küresel ölçekte 19 sektör üzerinden sivil diplomasi kanalları oluşturmayı hedefliyor. Uzun soluklu bir program ve yıllık zirveleri de olacak. Diplomasi artık sadece dışişleri bakanlıklarına ait bir husus değil. Kamu diplomasisi ise diğer boyutuydu, Türkiye bununla da tanıştı. Fakat sürecin daha çok güçlenmesi için savunma diplomasisi, iş diplomasisi, eğitim diplomasisi gibi sektörel diplomasi kanallarına ihtiyaç var. Bu program, sektörlerdeki inovasyon ve farkındalığı artırmak için çalışacak.
İkinci projeye gelince; yaklaşık 9 yıldır sürdürdüğümüz ‘’Türkiye’nin Stratejik Vizyonu 2023’’ projesini, alınan derslerden yola çıkıp yaklaşan zamanı dikkate alarak ‘’Türkiye 2053, Güç ve Adalet’’ ana teması ile yeniden modelledik ve tamamen nitelik üzerine odaklanan yeni bir yaklaşım ortaya çıktı. 19 temel hedef var. Bu iki proje bizim için önümüzdeki 5 yıl temel projeler olmaya devam edecek. Tabii bu iki projenin çok alt başlıkları ve alt projeleri de var.
Kurum olarak dünya siyasetinin ve ekonomisinin merkezindesiniz. Son dönemde Rusya ve İran ile ilişkilerimizde gelinen nokta nedir? Bu ilişkiler ile ilgili ne gibi önerileriniz vardır? Normalleşme süreci hakkında neler söylemek istersiniz?
Rusya ve İran bizim için tarihsel olarak ‘’Yüksek Rekabet - Düşük İşbirliği’’ referansı olan ülkelerdir. Fakat son 10 yıldır yaptığımız bütün çalışmalarda iki ülke için de yeni ürettiğimiz slogan; “Yüksek Rekabet - Yüksek İşbirliği“dir. Çünkü sadece yüksek rekabetten bahsetmek tarihte olduğu gibi çatışmaya ve sorunlara götürür. Sadece yüksek işbirliğinden bahsetmek de romantik kalır. Çünkü bunun gerçekçi bir temeli yok.
Bu iki ülkeyle olan ilişkilerin, tarihsel referansları da göz önüne alınarak, ‘’Yüksek Rekabet - Yüksek İşbirliği’’ temelinde yürütülmesi ve karşılıklı bağımlılığın derinleştirilmesi gerekiyor. Ekonomik, sosyal, siyasi, askerî olarak karşılıklı bağımlılık ne kadar derinleştirilirse, yaşadığımız benzer krizlerin yaşanma olasılığı o kadar düşecektir.
Önümüzdeki reçete budur diye düşünüyorum. Çünkü Rusya, İran ve Türkiye birbiriyle çatıştığında hem bölgesel istikrardan bahsedemeyiz hem de bu durum bölge-dışı güçler açısından çok memnuniyet verici bir gelişme olur ve üç ülke de birbirini yıpratacakları için istikrar ve refah mümkün olamaz.
Ülkemizin jeopolitik konumu, global açıdan siyasi önemi ve değeri herkes tarafından kabul görmektedir. Siz ülkemizi bu perspektiften nasıl konumlandırırsınız? Türkiye’nin stratejik vizyonu nedir?
Türkiye’nin bulunduğu coğrafi konum çok büyük imkanlar bahşetmekle birlikte çok büyük riskler de içeriyor. Türkiye’nin yapması gereken, güç ve adalet inşasıdır. Çünkü hem içte hem de dışta bir güç inşasıyla ancak adalet sağlanabilir ve kimse maddi, manevi ve hukuki olarak gücünden daha fazla adaletten sorumlu değildir.
Türkiye’nin yeni dönem vizyonunun, karşılıklı bağımlılık ve orantılı risk olarak tanımlanması, güç ve adalet inşasına odaklanması gerekiyor. Güç toplamış bir Türkiye; bölgesi, İslam dünyası ve bütün dünya için bir istikrar, refah ve medeniyet merkezi olarak şekillenebilir.
Türkiye’yi gelecek dönemde neler beklemektedir? Önümüzdeki fırsatlar ve avantajlar ne olabilir?
Tarihsel bir kırılma yaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz yüzyıl açısından dengeler yeniden tanımlanıyor ve önümüzdeki 10 yıl içerisinde yeni bir dünyayla karşılaşacağız. Bu yeni dünyada ve daha sonrasında da güçlü şekilde var olabilmek için dünyadaki değişimi ve parametreleri çok iyi okumamız gerekiyor. Onun için Türkiye’nin bu sürece uyum sağlayacak mekanizmaları ve kurumsal kapasitesini hem kamuda hem özel sektörde hem de sivil toplumda güçlendirmek için hızlanması gerekiyor.
Yeni bir dünya geliyor ve bütün uygulamalar “Dördüncü Sanayi Devrimi“ dediğimiz sanayi devrimi gibi dördüncü boyuta geçiyor. Dolayısıyla bu yeni dünyaya ve yeni zihinsel eşiklere uyum sağlamak için hep birlikte çalışmamız gerekiyor. Birçok ülkenin 10 yıl sonra var olmayacağını söylemek mümkün. Böyle bir farkındalıkla hareket edersek, gelecek yüzyılda ve sonrasında güçlü olmaya devam edebiliriz diye düşünüyorum.
ESDER’in de içinde bulunduğu Ahilik referansında “Medeniyet İnşası - Türkiye Vizyonu Kongresi’’ hakkında düşünceleriniz nelerdir? Bu çalışmaların devamı gelecek mi?
“Türkiye’nin Stratejik Vizyonu 2023“’ ve ‘’Türkiye 2053’’ projesinin değerler inşası bölümü var. ‘’Medeniyet İnşası - Türkiye; Referans Değerler, Kişiler, Kurumlar“ başlığı altında bu çalışmalar sürdürülüyor. Bu kapsamda ESDER ile birlikte ‘’Ahilik ve Ahi Evran’’ model projesi hazırladık; Ahilik kurumunun iş, eğitim ve sosyal sorumluluk için bir model olmasını öngörüyor.
Ahiliğin en küçük üreticiden, tüketiciden en büyük birimdeki üretim ve tüketiciye bir rol model uygulama biçimi olması için çalışıyoruz ve bu çalışmaların devamı gelecek, birkaç yıl sürecek. Osmanlı Devleti’nin toplumsal olarak kurumsallaşmasını sağlayan Ahilik idi. Türkiye’nin de Ahiliğe romantik bir anlayış dışında; kurumsal olarak yeniden nasıl yorumlanabilir, nasıl uygulanabilir diyerek odaklanması gerektiğini düşünüyorum. Biz bu odaklanmaya politika önerileri ve inovatif katkılar sunmaya devam edeceğiz.
Eklemek istedikleriniz…
Önümüzdeki 10 yılda yapacaklarımız, yüzyılın kalanında nerede olacağımızı belirleyecek. Dolayısıyla hep birlikte çok çalışmaya ihtiyacımız var.
( TASAM Başkanı Süleyman Şensoy Röportajı | Şubat 2016 | ESDER Esnaf ve Sanatkarlar Derneği “KEPENK Dergisi“)