Suriye dünya gündemini işgal etmeye devam ettikçe, Türkiye de sürekli olarak görünürde. Artık siyasilerin yaptığı açıklamaların birbiri ile tutarlılığı, gerçeği yansıtıp yansıtmadığı, iç veya dış politikayı hedef alıp almadığı önemli değil. Bunu Suriye gündemi ile kazanılan bir ayrıcalık olarak kabul etmek mümkün mü? Pek sanmıyorum. Evet reklamın iyisi kötüsü yoktur. Ama Suriye hiç bir açıdan Türkiye’nin ali menfaatlerine uygun bir durum yaratmadı. Çünkü sıfıra sıfır, elde var sıfır. Hatta elde var nakıs.
Türkiye’nin Kaybı Nasıl Başladı?
Fiilen duraksayan yasal ticaret ile desem kulağa pek yavan gelecek. Ama işin önemli bir gerçeği bu. 1998 ve 2011 arasındaki on iki yıllık dönemde, 2004 yılında imzalanan serbest ticaret anlaşmasının da etkisi ile, Suriye-Türkiye ticari ilişkileri canlanmış, anlaşmayı takiben 2 milyar Dolar’a yükselen ticaret hacmi, 2011 den itibaren düşmeye başlamıştır. Askeri anlaşmalar askıya alınmış, bu yolla Suriye’ye yapılan askeri mühimmat satışları da durmuştur. Adana, Mersin, Hatay, Adıyaman ve Gaziantep üzerinden yürüyen ticaret artmasına artmıştır. Ama bölgeye dinamizm kazandıran bu gelişme Suriye’de bankacılık sisteminin tamamen çökmesi nedeni ile, nakit veya ayni ticarete dönünce, bunun riskleri de özellikle 2013 yılından itibaren kendini iyice hissettirmeye başlamıştır.
Nasıl Devam Etti?
Beşşar Esat’ile başlayan işbirliği, askeri, siyasi ve ekonomik alanların dışına enerji alanına da teşmil edilmiş, 2006-2011 arasında ortak projeler geliştirilmesi için ciddi bir mesai harcanmıştı. Sonradan çıban başına dönüşecek olan “ Arap Boru Hattı“ nın, Türkiye için özellikle Rusya ve İran doğal gazlarına alternatif olması hesapları yapılmıştır. Suriye ile ortak petrol arama şirketlerinin kurulması, petrol ürünleri ticaretinin bölgesel bir zeminde düşünülmesi ve nükleer enerji işbirliği projeleri de ön plana çıkmış, bunlar için giden, gelen heyetlerin bedelleri, proje maliyetleri hep beyhude harcanan paralar olarak bütçe kalemlerine yansımıştır. Bence çarşıya uymayan evdeki hesabın maliyeti de kayıplar arasında düşünülmelidir.
“Ne Şam’ın Şekeri“
Evet Suriye ateşinden kaçan Suriye ve Lübnan uyruklu işadamları, girişimlerini, başta Güney Doğu Anadolu bölgesi olmak üzere Tüm Türkiye’ye kaydırmışlardır. 2015 sonbaharı itibarı ile Türkiye’de kurulan 400 ü aşkın yabancı şirketten 144 ünün Suriye’li olması önemlidir. Bunların toplam sermaye değerinin yaklaşık 60 milyon Dolar olması da öyle. Tabii Suriye’den Türkiye’ye gelen şirketler büyük ölçüde küçük-orta ölçekli limited şirketler olup, daha çok perakende ticaret merdiven altı imalat ileiştigal etmektedir. Oysa Rusya, AB ve ABD ye kayan Suriye şirketleri, daha fazla teknoloji ve bilgi yoğun alanlara kaymış bulunmaktadır.
Türkiye hak ile yeksan olmuş Suriye kırsalından mülteci akınına uğramıştır. Biz 2 milyonu aşkın mülteci aldık, daha nicesi de yolda ve şimdi bunlar için, toplam 8 milyar Dolar harcadığımızı duyuyoruz. Bu “Şam’ın şekeri“ karşılığında katlanılan nasıl bir kayıptır?
Hiç kuşkusuz, Türkiye özellikle mülteci kamplarında, yadsınamayacak bir organizasyon başarısı göstermiş, bununla dünyaya parmak ısırttırmıştır. Ama kıyı bölgelerinde mültecilere, sahte can yeleği veya simidi satan çakma şirketlerden başka, onların paralarına göz diken insan tacirlerinin, binlerce çoluk-çocuk mülteciyi Ege ve Akdeniz’in koynuna defnetmesine engel olamamıştır.
Ya Bölgesel İlişkilerdeki Çöküş?
Arap Gaz boru hatları projesi Suriye, Irak, Mısır, Katar ve Suudi Arabistan’ı Türkiye’ye ulaştıracak bir proje olarak düşünülmüş, Ama bir real politik faktör olarak, Rusya ve İran’ın bu konudaki düşüncesi bile bile göz ardı edilmiştir. Hemen listedeki her ülke tasarımdan vazgeçerken, Türkiye’nin ısrarı, Rusya ile ticari, siyasi ve stratejik ilişkilerde büyük bir kırılma ve hatta çökme yaratmış, Rusya ile enerji bağımlılığını koparma tasarımı, Türkiye’yi adeta, “Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olma“ eşiğine getirmiştir. Bence henüz kamu oyuna pek yansımayan bir Türkiye-İran fay kırılması da vardır. Nükleer anlaşmayı müteakkip, Batı’nın giderek daha fazla teveccühüne muhatap olan İran, Rusya ve Suriye’nin de müttefiki olarak, her an Türkiye’ye dirsek çevirmek üzeredir. Bu azımsanacak bir kayıp ihtimali midir?
Bir de Rusya ile Güney Komşusu Olunca
Üstelik, Rusya Suriye’de ki hava ve deniz üslerine yoğun yığınak yapmaya devam ettikçe, hava sahası ihlalleri ve kullandığı kışkırtıcı söylem ile Türkiye’yi hop oturttup, hop kaldırdıkça, sorarım size Suriye konusunun, Türkiye’ye gerçek maliyeti nedir? Bu maliyeti, AB nin koşulla vereceği 3 milyar Euro, mültecileri geri alır veya sınırlarının dışına bırakmazsa kazanabileceği bir üyelik umudu, Stefan de Mistura’nın toplamaya çalışıp, çalışıp bir türlü beceremediği barış masasındaki hürmete şayan görünümlü bir sandalye karşılamaya yeter mi? Bunları teselli mükafatı bile kabul etmek bile mümkün değilken, hala Suriye’den yeni mülteci dalgaları dışında ne bekliyoruz ve yeni teskere tartışmaları ile neyi değiştirebileceğimizi zannediyoruz?
Türkiye’nin Kaybı Nasıl Başladı?
Fiilen duraksayan yasal ticaret ile desem kulağa pek yavan gelecek. Ama işin önemli bir gerçeği bu. 1998 ve 2011 arasındaki on iki yıllık dönemde, 2004 yılında imzalanan serbest ticaret anlaşmasının da etkisi ile, Suriye-Türkiye ticari ilişkileri canlanmış, anlaşmayı takiben 2 milyar Dolar’a yükselen ticaret hacmi, 2011 den itibaren düşmeye başlamıştır. Askeri anlaşmalar askıya alınmış, bu yolla Suriye’ye yapılan askeri mühimmat satışları da durmuştur. Adana, Mersin, Hatay, Adıyaman ve Gaziantep üzerinden yürüyen ticaret artmasına artmıştır. Ama bölgeye dinamizm kazandıran bu gelişme Suriye’de bankacılık sisteminin tamamen çökmesi nedeni ile, nakit veya ayni ticarete dönünce, bunun riskleri de özellikle 2013 yılından itibaren kendini iyice hissettirmeye başlamıştır.
Nasıl Devam Etti?
Beşşar Esat’ile başlayan işbirliği, askeri, siyasi ve ekonomik alanların dışına enerji alanına da teşmil edilmiş, 2006-2011 arasında ortak projeler geliştirilmesi için ciddi bir mesai harcanmıştı. Sonradan çıban başına dönüşecek olan “ Arap Boru Hattı“ nın, Türkiye için özellikle Rusya ve İran doğal gazlarına alternatif olması hesapları yapılmıştır. Suriye ile ortak petrol arama şirketlerinin kurulması, petrol ürünleri ticaretinin bölgesel bir zeminde düşünülmesi ve nükleer enerji işbirliği projeleri de ön plana çıkmış, bunlar için giden, gelen heyetlerin bedelleri, proje maliyetleri hep beyhude harcanan paralar olarak bütçe kalemlerine yansımıştır. Bence çarşıya uymayan evdeki hesabın maliyeti de kayıplar arasında düşünülmelidir.
“Ne Şam’ın Şekeri“
Evet Suriye ateşinden kaçan Suriye ve Lübnan uyruklu işadamları, girişimlerini, başta Güney Doğu Anadolu bölgesi olmak üzere Tüm Türkiye’ye kaydırmışlardır. 2015 sonbaharı itibarı ile Türkiye’de kurulan 400 ü aşkın yabancı şirketten 144 ünün Suriye’li olması önemlidir. Bunların toplam sermaye değerinin yaklaşık 60 milyon Dolar olması da öyle. Tabii Suriye’den Türkiye’ye gelen şirketler büyük ölçüde küçük-orta ölçekli limited şirketler olup, daha çok perakende ticaret merdiven altı imalat ileiştigal etmektedir. Oysa Rusya, AB ve ABD ye kayan Suriye şirketleri, daha fazla teknoloji ve bilgi yoğun alanlara kaymış bulunmaktadır.
Türkiye hak ile yeksan olmuş Suriye kırsalından mülteci akınına uğramıştır. Biz 2 milyonu aşkın mülteci aldık, daha nicesi de yolda ve şimdi bunlar için, toplam 8 milyar Dolar harcadığımızı duyuyoruz. Bu “Şam’ın şekeri“ karşılığında katlanılan nasıl bir kayıptır?
Hiç kuşkusuz, Türkiye özellikle mülteci kamplarında, yadsınamayacak bir organizasyon başarısı göstermiş, bununla dünyaya parmak ısırttırmıştır. Ama kıyı bölgelerinde mültecilere, sahte can yeleği veya simidi satan çakma şirketlerden başka, onların paralarına göz diken insan tacirlerinin, binlerce çoluk-çocuk mülteciyi Ege ve Akdeniz’in koynuna defnetmesine engel olamamıştır.
Ya Bölgesel İlişkilerdeki Çöküş?
Arap Gaz boru hatları projesi Suriye, Irak, Mısır, Katar ve Suudi Arabistan’ı Türkiye’ye ulaştıracak bir proje olarak düşünülmüş, Ama bir real politik faktör olarak, Rusya ve İran’ın bu konudaki düşüncesi bile bile göz ardı edilmiştir. Hemen listedeki her ülke tasarımdan vazgeçerken, Türkiye’nin ısrarı, Rusya ile ticari, siyasi ve stratejik ilişkilerde büyük bir kırılma ve hatta çökme yaratmış, Rusya ile enerji bağımlılığını koparma tasarımı, Türkiye’yi adeta, “Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olma“ eşiğine getirmiştir. Bence henüz kamu oyuna pek yansımayan bir Türkiye-İran fay kırılması da vardır. Nükleer anlaşmayı müteakkip, Batı’nın giderek daha fazla teveccühüne muhatap olan İran, Rusya ve Suriye’nin de müttefiki olarak, her an Türkiye’ye dirsek çevirmek üzeredir. Bu azımsanacak bir kayıp ihtimali midir?
Bir de Rusya ile Güney Komşusu Olunca
Üstelik, Rusya Suriye’de ki hava ve deniz üslerine yoğun yığınak yapmaya devam ettikçe, hava sahası ihlalleri ve kullandığı kışkırtıcı söylem ile Türkiye’yi hop oturttup, hop kaldırdıkça, sorarım size Suriye konusunun, Türkiye’ye gerçek maliyeti nedir? Bu maliyeti, AB nin koşulla vereceği 3 milyar Euro, mültecileri geri alır veya sınırlarının dışına bırakmazsa kazanabileceği bir üyelik umudu, Stefan de Mistura’nın toplamaya çalışıp, çalışıp bir türlü beceremediği barış masasındaki hürmete şayan görünümlü bir sandalye karşılamaya yeter mi? Bunları teselli mükafatı bile kabul etmek bile mümkün değilken, hala Suriye’den yeni mülteci dalgaları dışında ne bekliyoruz ve yeni teskere tartışmaları ile neyi değiştirebileceğimizi zannediyoruz?