Amerikan Kimliğinin Karşılaştığı Tehditler
ulusal kimlik krizinin küresel bir fenomene dönüştüğünü belirten Huntington, Amerika’nın Anglo-Protestan kültürünün şu dört farklı meydan okumayla karşı karşıya kaldığını belirtiyor:
Birincisi, Sovyetler Birliği’nin çözülmesi Amerika’nın güvenliğine yönelik başlıca ve belirgin tehdidi ortadan kaldırdı. Böylelikle ulusal kimliğe verilen önemi diğer kimliklere, alt ya da çoklu kimliklere göre azaltmış oldu. Dışarıda “ötekinin“ varolmaması durumunda, bir toplumda bütünlük ve odak grupları sarsılmaktadır.
İkincisi, çokkültürlülük ve çeşitlilik ideolojileri Amerikan kimliğinin, öz kültürün ve Amerikan ruhundan geriye kalan temel ögelerin meşruluğunu erozyona uğrattı.
Üçüncüsü, Amerika’da 1960’larda başlayan üçüncü büyük göç dalgası, daha çok latin Amerikalıları ve Asyalıları getirdi. Bu insanların geldikleri ülkelerin kültürleri ve değerleri çoğunlukla Amerika’dakilerden farklıdır. Bu göçmenler geldikleri ülkelerden kopamadılar ve asimilasyona uğramadılar.
Dördüncüsü, göçmenlerin çoğunlukla İspanyolca konuşması Hispaniklerin zaman içinde güçlenmesine yol açtı. Amerikalı elitin çokkültürlülük adı altında hispaniklere destek vermesi İspanyolcanın çok yaygın olarak kullanılmasına neden oldu.
Huntington, sıraladığı bu dört farklı meydan okumanın Amerikan ulusal kimliği üzerinde önemli etkilerinin olacağını belirtiyor, özellikle ABD’nin dil ve kültür olarak yakın zamanda iki kola ayrılabileceğini ifade ediyor. Dil olarak İngilizce/İspanyolca, kültür olarak da Anglo/Hispanik şeklinde iki farklı bölünmenin siyah-beyaz ırk ayrımından bile daha şiddetli olabileceğine işaret eden Huntington, “Amerika’nın diğer bölgelerinde her iki dil ve kültür bir arada varlığını sürdürürken, özellikle Güney Florida ve Güneybatı’da yer alan önemli birtakım bölgelerde kültür ve dil açısından Hispanikler ağırlık kazanabilir. Amerika kültür ve dil bütünlüğünü yitirip Kanada, İsviçre ya da Belçika gibi iki dilli, iki kültürlü topluma dönüşebilir“ yorumunu yapıyor.
Beyaz Nativizm!..
Amerikan ulusal kimliğine yönelik tehditlere karşı Huntington “Beyaz Nativizm“ tanımı altında birleşme çağrısı yapıyor, Amerikalı elitler küçümsese de, ulusal kültür ve kimliğin saflığını yabancı etkilerden korumasının çok önemli olduğuna vurgu yapıyor.
Huntington, Amerika’da ırksal dengelerin değişmesi, beyaz kültürün yerini, entelektüel ve ahlaki açıdan daha zayıf olduğunu iddia ettiği siyah ya da kahverengi kültürün almasını ulusal yozlaşma olarak değerlendiriyor. Huntington, “Amerika’nın Amerika olarak kalması için, Amerika’nın beyaz kalmasını sağlamak gerektiğini“ savunuyor.
ABD’nin korkusu Hispanikler!
Amerikan ulusal kimliğine yönelik en büyük tehdit olarak Hispanikleri gören Huntington, Amerikan topraklarında büyük, özerk, sürekli, İspanyolca konuşan sosyal ve kültürel bir Hispanik topluluk oluşturmanın amaçlandığını söylüyor.
Huntington, eğer bu amaca ulaşılırsa olabilecekleri şöyle dile getiriyor: “Amerika yaklaşık 300 milyon insanın tek bir ortak dili paylaştığı Babil’in tersi bir ülke olmaktan vazgeçerse gruplara bölünecek; bir yanda ingilizce bilen, İspanyolca’yı ise ya çok az bilen ya da hiç bilmeyen, böylelikle de Amerika’da İngilizce dünyanın sınırları içinde kalan çok sayıda insan; diğer yanda İspanyolca bilen ve İngilizceyi ya çok az bilen ya da hiç bilmeyen bu nedenle de sadece Hispanik topluluk içinde varlık gösterebilen daha az sayıda insan ve ayrıca her iki dili de iyi bilen ve tek dil bilenlerin oluşturduğu diğer iki gruba göre ulusal çerçevede çok daha büyük varlık ve başarı gösterebilen belirsiz sayıda insan…300 yılı aşkın bir zamandır yeterli düzeyde ingilizce bilmek, Amerika’da ilerlemenin önkoşuluydu. Günümüzde ise hem İngilizce de hem de İspanyolca’da yeterliliğe sahip olmak ticaret, bilim, medya ve en önemlisi politika ve devlet yönetimi gibi kilit alanlarda başarıya ulaşmak açısından giderek daha fazla önem taşıyor…“
İstanbul’daki konferansında Huntington’a Hispanik tehdidin kitabında anlattığı gibi önemli bir tehdit olup olmadığını sordum. Huntington, Amerika’daki Hispaniklerin nüfusunun 50 milyona yakın olduğunu, yoğun göç ve yüksek nüfus artışı böyle devam ederse Hispaniklerin sayısının kısa sürede daha da artacağını söyledi.
50 milyona yakın kişinin evlerinde İngilizce dışında başka bir dil konuşması, Amerikan ulusal kimliğinin geleceği açısından önemli bir tehdit olarak görülüyor. Huntington, bu gidişatın kısa süre sonra İngilizcenin yanısıra İspanyolcayı da bilenleri daha avantajlı konuma getireceğini, hatta devlet yönetiminde onların tercih edileceğini belirtiyor.
Huntington’un da dikkat çektiği gibi, Amerikan ulusal kimliği önümüzdeki dönemde Hispanikler ve Anglolar arasındaki kültürel ayrımın beraberinde getireceği çok önemli sorunlarla karşı karşıya kalacak. Amerika küresel hegemonya peşinde koşup ülkeler işgal ederken, kendi ülkesinde belki de kontrolü elden kaçıracak, “Amerikan ruhunun“ büyüsü bozulacak!
Huntington’un gözünden Türkiye’nin AB üyeliği
Bu arada, Samuel H. Huntington’un İstanbul’da ’’Dünya Politikasının Güncel Dinamiklerini’’ anlattığı konferansında Türkiye ile ilgili yaptığı ilginç değerlendirmelere de değinmekte yarar var… Medyada geniş yankı bulan konferansında Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini değerlendiren Huntington, Avrupa Birliği’nin yapısını, yaşadığı sorunları ve üyeleriyle ilişkilerini anlattıktan sonra kesin hükmünü verdi: “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği mümkün değildir!“
Türkiye’den sonra başvuran 12 ülke, Avrupa Birliği üyeliğine kabul edilirken Türkiye’nin hala oyalandığını belirten Huntington, şu yorumu yaptı: ’’Avrupa halklarında yaygın bir görüş var; Türkiye Avrupa’ya dahil olmaya çalışmasına rağmen tarihi ve kültürü itibariyle Avrupalı olmayan bir ulustur. Bu görüş Avrupa toplumu tarafından paylaşıldığı sürece Türkiye AB üyesi olamayacaktır. Dolayısıyla Avrupalılar hayır diyemedikleri gibi evet de diyemiyorlar. Bu yüzden erteleme ve bekletme politikası izliyorlar!..“
Türkiye’nin önündeki üç seçenek
Huntington, konferansında “Peki Türkiye ne yapmalı?“ sorusuna “önünde 3 seçeneği var“ şeklinde cevap verdi. Huntington’a göre bunlardan birincisi “Avrupa seçeneği…“ Huntington bu seçeneği, “gücün Brüksel’de yoğunlaşması Türkiye’nin ekonomik ve diğer alanlardaki hareket özgürlüğünü kısıtlayacaktır. Türkiye ayrıca üyelerinin çoğunluğunun oraya ait olmadığını düşündüğü bir kulübe üye olmaya alışmak zorunda kalacaktır“ diyerek epeyce zayıf buluyor. İkinci seçenek, “İslam Dünyası…“ Huntington, Türkiye’nin bölünmüş bir görünüm arzeden İslam dünyasına liderlik edebileceğini düşünüyor, “bu rol herkesten daha çok Türkiye’ye yakışır!“ diyor. Huntington’un son seçeneği ise “ulusalcılık…“ Son seçenek, Huntington’un diğer iki seçeneğini devredışı bırakıyor, Türkiye’nin kendi güvenliği ve gelişimine odaklanmasını kapsıyor.
Huntington’un seçeneklerinden en dikkat çekici olanı, Türkiye’nin İslam dünyasına liderlik yapabileceğini söylemesi… Huntington bu seçenekte özellikle Türkiye’nin “laik kimliğini“ ön plana çıkartıyor. Yani Türkiye’nin laik kimliği ile İslam ülkelerinin “dönüştürülmesine“ yardımcı olması isteniyor. Bu istek tam da Büyük Ortadoğu Projesi’nde Türkiye’ye verilen rol ile örtüşüyor. Huntington, Türkiye’nin BOP’ta kendisi için çizilen çerçeve içinde kalmasını ve Avrupa Birliği’nden çok Amerika Birleşik Devletleri ile ilişki kurmasını istiyor.
Huntington’un, Amerika’nın ulusal kimliğini ararken sorduğu “biz kimiz?“ sorusuna verilecek cevap, ABD’nin küresel politikalarını da yakından ilgilendirdiği için büyük önem taşımaktadır.
* Siyaset Bilimi, Sosyo Kültürel Çalışma Grubu, Proje Yöneticisi