Hoş bulduk efendim.
Hayli uzunca süre yurtdışında kaldınız. Önce Uzakdoğu’ya gittiniz. Sonra bizim için tarihî bir önemi olan 2. Türkiye İran Forumu için İran’a gittiniz. Ben söz gelimi Doğu’yu bildiğimi sanırdım. Geçende yirmi gün kadar İran’a gittim. Hiçbir şey bilmediğimi öğrendim. Çok ilginç bir ülke. Nasıl geçti ziyaretler? Dışarıdan bakınca Türkiye nasıl görünüyor?
Bu durum gidilen ülkeye göre değişiyor. Fakat en taze merak konusu; Türk - Rus krizi. Çünkü tarihsel bir olay. NATO kurulduğundan beri ilk defa bir Rus uçağı düşmüş oldu. Onun dışında da ülkeler kendi pozisyonlarına göre Türkiye ile ilgili beklentiler içerisindeler. Örneğin; Malezya’nın Türkiye’ye çok güçlü bir sevgi ve hayranlığı var. Zaman zaman “Malezya Türkiye’ye model olacak“ diye konuşulur ama aslında baktığınız zaman büyük ölçüde Malezyalıların Türkiye’den daha ümitvar oldukları görünüyor.
İran ölçeğinden baktığımız zaman nükleer anlaşmanın uygulamaya geçmesi ve 2016’da yaptırımın kalkması ile ilgili oluşacak süreç şekilleniyor. Türk - Rus krizi başta olmak üzere, Suriye krizi, iki ülke arasındaki ilişkilerin siyasi ve ekonomik seyri, temel konular ve başlıklar olmaya devam ediyor. İran’a biraz çekinerek gitmiştik, Rus krizinden sonra Türkiye’ye karşı daha agresif oldukları yönünde medyada çıkan haberlerin etkisiyle. Fakat çok sıcak karşılandık. Yaklaşık altmış kişilik bir heyetle gittik. Tahran’daki sayın Büyükelçimiz de katıldı. Protokol olarak söz alan küçük büyük herkes Türkiye kötü günlerde yanımızdaydı, biz de Türkiye’nin kötü gününde yanındayız diye bir ifade sarf ettiler. Bu nezaketen, protokol gereği söylenmiş olsa bile güzel bir şey. Dolayısıyla her ülkenin, her bölgenin Türkiye’ye bakışı ve beklentileri farklı. Fakat temelde Türkiye ve Rusya arasındaki gerilimin nasıl şekilleneceği birinci öncelik olarak duruyor.
Türk - İran ilişkileri deyince; siz az önce Rusya için o ifadeyi kullandınız. Çok tarihî bir geçmişi var. İki komşu ülke. Hep bir ihtiyatlı dostluktan söz edilir. Galiba bu çizgi devam ediyor…
Yani aslında biz Anadolu’ya girmeden önce Pers - Avrupa rekabeti var. Biz işin içine girince bu rekabeti üzerimize almış oluyoruz. Dolayısıyla bu yaklaşık bin yıllık bir rekabet. Yakın zamana kadar rekabet üzerinden ilerledi. Fakat medeniyet çerçevesi içerisinde İslam medeniyetinin toplamına baktığımızda Türk ve Fars medeniyeti hep birbirini tamamladı. Özellikle son on yıldır biz kurum olarak İran’ı çok fazla çalışıyoruz. İki tarafın da karar alıcılarına söylediğimiz, genel olarak benimsenmiş bir sloganımız var: “’yüksek işbirliği - yüksek rekabet“. Sadece rekabetten bahsetmek düşmanlığa götürüyor, sadece işbirliğinden bahsetmek romantizme götürüyor. İki ülke yüksek rekabet ve yüksek işbirliğini bir arada yürütebilirse başarılı olunacağını düşünüyorum.
Bu rekabetin de yıkıcı olmaktan ziyade yapıcı olması gerekiyor. Örneğin; belli sektörlerde onlar bizden daha iyi olabilir, belli sektörlerde de biz onlardan daha iyi olabiliriz. Birbirini tamamlayan bir rekabete ihtiyaç var. Yoksa Türkiye ve İran birbirini yıpratmaya başlarsa hem Bölge için hem de iki ülkenin refah ve huzuru için doğru bir yere varamayız. Tarih tekerrür eder diye düşünüyorum. İran’a kızmak yerine daha fazla diyalog, daha fazla diplomasi ve daha fazla işbirliği için zorlamak gerekiyor. İran’la sadece ticari olarak değil, her alanda iş yapmak zor olabilir, çünkü güçlü karakteri ve farklı özellikleri olan, eleştirilebilecek ve övülebilecek yönleri olan bir toplum ama ısrar etmek gerekiyor. Sonuçta yaklaşık seksen milyon karşılıklı nüfusla Bölge’de birbirini tamamlayan iki önemli ülke. Bu iki ülkenin çok büyük bir arka planı var. Bugün Şii dünyası sadece İran’la sınırlı değil. Daha doğuda Pakistan, Hindistan gibi ülkelerde, hem İran’ın batısında birçok bölgede bir Şii nüfustan bahsediyoruz. Türkiye ve İran’ın çok büyük bir tarihsel arka planı var. Şiiliğin ve Sünniliğin en büyük devletleri oldukları için kavgaları hinterlandlarına da yansıyor. İki ülkenin ne yapacağı önümüzdeki dönem için de belirleyici olacak diye düşünüyorum. Rus uçağının düşürülmesinden sonra İran’dan olumlu olumsuz birtakım açıklamalar geldi. Fakat İran yekpare, homojen bir yapı değil, ikiye ayrılıyor bunu da görmek lazım; biri Sayın Ruhani Cumhurbaşkanlığı yönetiminde sivil yönetim, biri de dinî lider ve onun çevresindeki askerî bürokrasi. İran’da kontrolün, % 80’i bu askerî çevrelerde. İran’da bir yekpare dostluk veya düşmanlık açıklamasına bakmamak gerekiyor. Resmî olarak söylenmese de İran’ın Sayın Cumhurbaşkanı’nın bile sözünün geçmediği noktalar oluyor. Onların iç dengeleri ile ilgili empati yapmak gerekiyor. Ayrıca iki ülkenin de bir kısım medyası bir taraftan olumsuz bakıyor. Yapılan açıklamaların en olumsuzlarını manşete çekiyor. Bu dönemde daha sağduyulu, daha temkinli olmakta fayda var. Anadolu’da ‘’sel gider kum kalır’’ diye bir söz vardır. Bölge dışı güçler bugün olur, yarın olmaz. Ama biz bu bölgede birlikte yaşıyoruz. Onun için daha itidalli olmaya ihtiyaç duyduğumuz bir dönemdeyiz.
Bu İran analizi için teşekkür ederiz. Suriye’ye geçelim. İran’ın da çok ilgili olduğu, açıkça konuşmak gerekirse bazı ülkelerin savaştığı bir ülke. Çünkü ölen generallerin haberleri sık sık geliyor. Artık bu bir iç savaş olmaktan çıktı. Batı bloğu bir yanda, diğer yanda Sünni monarşiler belli açıdan destek veriyorlar. Belli açıdan onların da bazı uzlaşmazlıkları var. Bir de Suriye, İran ve Çin desteği. Bu henüz askerî değil ama Doğu Akdeniz’de herkesin uçak gemileri dolaşmaya başladı. Bu iş nereye gidiyor? Esed’li bir geçiş sürecinden bahsediliyor. Geçen gün yabancı bir gazetede; “İran konusunda Ruslar ile Amerikalılar New York’ta anlaşabilirler. Masada birkaç madde kaldı.’’ diye bir analiz vardı. Hangi konuda? Esed’li geçişin süresi ve Bölge’de savaşan aktörlerden hangilerinin terörist listesine alınıp alınmayacağı. Zaten bunlar çözülse Suriye’de bir problem kalmıyor. Batı basını da neyin ne olduğunun pek farkında değil. Bizim şansımız Bölge’ye çok hakim olmamız. Sizin de öyle. Bazı dinamikleri onlardan çok daha iyi okuyabiliyoruz, ama belli ki Suriye’de ABD Genelkurmay Başkanı da DAİŞ işi beş - altı ay sürecek dedi. Nereye gidiyor bu iş?
Suriye’de, Rusya Bölge’ye gelmeden önce, Rusya ve Amerika anlaşmış olabilirler. Bunun altını çizmek lazım.
Bu çok önemli bir cümle ve iddia…
Suriye Doğu ile Batı arasında bir cephe hâline geldi. Biz bunu ilk kriz başladığında da ısrarla söylemiştik. O cephenin diğer tarafı da Türkiye olsun diye çok istendi ama çok şükür ki devlet yöneticilerimiz bu konuda ferasetli davrandılar. Suriye’de bir vekalet savaşı var. Hem iç savaş hem de büyük ülkelerin arasındaki rekabetin yansıdığı bir savaş. BM’de yeni geçen bir geçiş süreci anlaşması kararı çıktı. Veto edilmedi. Bu süreç bölgesel olmaktan çıkıp küresel oldu. Bu anlamda Suriye’deki geçiş süreci, kimin muhalif kimin terörist olduğu konusunda bir konsensüs arayışı var. Bunu İranlılar da Türkiye ile işbirliği yapılması konusunda sık sık dile getiriyorlar. İran’da gördüğümüz; Esed ailesi görevde kalsın diye bir dayatmaları olmadığı yönünde, bunu resmî olarak da söylediler.
Siz bunu İranlıların ağzından duydunuz mu?
Evet.
Peki Ruslar aynı düşüncede mi?
Ruslar retorik olarak öyle söylüyorlar. Kendi iç dünyalarında Esed’in devam etmesi gerektiğini güçlü bir yaklaşım olarak düşünüyorlar.
Bunu ısrarla şunun için sordum. Sizin gibi çok değerli konukları ağırlıyoruz. Her konuğa da soruyoruz. Kimisi diyor ki; “bir Nusayri yapının devam etmesi yeterlidir, bu illa Esed ailesi olmak zorunda değil“. Bir kısmı diyor ki; “hayır Esed Ruslar için olmazsa olmazdır“. Bu açıdan farklı görüşler var.
Mümkünse Esed ile devam etmek isterler. Fakat Ruslar da reel politik davranmak için bu konuda ısrarcı olmadıklarını “Suriye halkı istemezse de biz Esed’i istiyoruz diye bir şey yok“ diyerek ifade ediyorlar.
İran’ın tavrı ile aşağı yukarı aynı yani?
Evet, onların söylediği şu; “Suriye’nin dönüşümünde biz dışlanırsak ve oraya bize muhalif bir yönetim gelirse biz bunu kabul etmeyiz. Dolayısıyla Suriye’nin dönüşümünde biz de etkili olmak zorundayız.“ diyorlar. Bir diğer konu, işin boyutlarının artık Suriye’yi aşmış olması. Bunu da biz son birkaç yıldır ısrarla vurguladık fakat çok etki uyandırdığımız söylenemez. Doğu Akdeniz’de bulunan gaz ve enerji yataklarının dünyadaki mevcut arz - talep dengesini etkileyecek kadar önemli rezervler olduğu ifade ediliyor. Bazen dezenformasyon oluyor ve aslında o kadar büyük bir kaynak yok deniyor. Bazen rakamlarla çok büyük kaynaklar açıklanıyor. Fakat 17 ülkenin donanmasının Doğu Akdeniz’de olması ve 14 ülkenin savaş uçağının ağırlıklı olarak bu bölgede bulunması aslında bunu destekliyor. Suriye’nin ötesinde aslında Doğu Akdeniz’de bir enerji kavgası var. Herkes kendine göre pozisyon almaya çalışıyor. KKTC’nin varlığından ötürü Türkiye’nin de orada ciddi hak iddiaları var ve takip etmesi gereken hakları var. İsrail ve Mısır’la bir normalleşme olacaksa, duygusal olmaktan çok bu açıdan bakmak gerekiyor. Çünkü İsrail ve Mısır olmadan o bölgede teknik olarak bir anlaşma çıkarmak mümkün değil Türkiye açısından.
Türkiye - İsrail ilişkilerinin normalleşmesini bu açıdan nasıl değerlendirirsiniz?
Pragmatik açıdan bakarsanız diyaloğu sürdürmenin, büyükelçiler düzeyinde diplomatik seviyeyi sürdürmenin bir zararı olmadığı ve bunu ideolojik bir çerçeveye çekip tartışmanın hiçbir fayda sağlamayacağı kanaatindeyim.
Enerji açısından bu durum nasıl değerlendirilmeli?
Enerji açısından Doğu Akdeniz’deki pozisyonun Türkiye açısından bir kayıpla neticelenmemesi için yine İsrail ve Mısır’la diyalog içerisinde olunması gerekiyor. Masada Türkiye’nin de olması gerekiyor. Bunu ideolojik çerçeveye çekmeden ülkenin menfaatleri açısından bakmak gerektiği kanaatindeyim.
Irak’ta da benzer bir durum var. Fiilen üçe bölünmüş bir ülke. Buna rağmen egemenler Irak’ın toprak bütünlüğüne saygılıyız diye açıklamalar yapıyorlar. Suriye’de bir bölünme olur mu? Yoksa bu sorun farklı bir şekilde mi çözülecek?
Aslında Suriye’deki kriz ilk çıktığında, bunun kuzeyde bir Kürt devleti çıkarmak için olduğunu ifade etmiştik. Fakat bunun demografik ve coğrafi olarak mümkün olmadığı yönünde beyanlar olmuştu. Ama şu an Türkiye’nin 910 km’lik sınırının 810 km’sini PYD kontrol ediyor. Kalan 100 km’ye kimin yerleşeceği konusunda kavga var. Suriye aslında fiilen bir bölünmeye doğru gidiyor; şimdilik kuzeyde Kürtler, aşağıda Esed yönetimi, belki ortada daha farklı bir oluşum gibi. Fiilen ikiye veya üçe bölünmeye doğru gidiyor. Belki Irak’ta olduğu gibi bir süre bu geçiş sürecinde federatif bir Suriye ile yönetilebilir ama fiilen zaten bölünmüş durumda. Irak da 1991’den beri fiilen bölünmüş durumda. Uluslararası hukuk açısından bir bağımsız devlet ilanı yok. Görünürde Bağdat’a bağlı olarak yürüyor. Suriye’de de bu bir süre böyle devam edebilir. Kürtler bağımsızlığa geçmeksizin Kuzey Irak’ta olduğu gibi federatif yapı altında yürüyebilirler.
Tabii şimdi yıllardır dış politika programları yaparken konuklarımızla konuştuk. Yemen’den Lazkiye’ye doğru uzanan bir Şii hilalinden söz edilir. “Acaba Türkiye’nin güneyinde bir Kürt çizgisi mi oluşuyor kaygıları başladı“ sonra. Bakalım nereye gidecek? Ama muhtemelen reel olmasa da de “facto“ bir bölünmeden söz ediyorsunuz siz?
Evet. Irak’ın kuzeyi ve Suriye’nin kuzeyi Kürt kuşağıyla sarıldığı zaman, bunun Akdeniz’e çıkma ihtimali de çok güçleniyor. Hatay’ın altından veya üstünden Akdeniz’e çıkması gerekiyor. Bu da Türkiye’nin stratejik önemini % 80 oranında azaltır. Hem İslam dünyası hem de doğudaki Türk dünyası açısından bir kopukluk oluşturabilir. İran ilişkilerini bu açıdan da çok önemsiyorum. Bu göz ardı ediliyor. Türkiye ve İran bölücü endeksli bir Kürt sorunu için birlikte hareket etmezlerse iki ülke de başarılı olamaz diye düşünüyorum. Çünkü Suriye ve Irak’ta bu süreci yönetecek güç ve potansiyel anlamında bir merkezî yönetim kalmadı. Henüz Türkiye ve İran sapasağlam yerinde duruyorken bu anlamda empati yapmaları gerekiyor. İki ülkenin iradesinin bu konunun sonucunu belirlemekte çok etkili olacağını ve geçmişte de bu konunun böyle yönetildiğini düşünüyorum.
Aslında Amerikan seçimleri de biraz etkileyecek bölgeyi…
O da işin küresel boyutu. Amerika’da kimin başkan olacağı önemli. Cumhuriyetçiler gelirse daha radikal ve daha şahin geleneksel duruşlarına uygun olarak daha “sert güç“ yanlısı gelişmeler yaşanabilir. Fakat Demokratlar gelirse çok ciddi bir değişiklik olacağını düşünmüyorum. Çünkü “sert güç“ konsepti ile sonuç alma kavramı Batı dünyasında büyük ölçüde sona erdi. Aslında Rusya; Sovyetler dağıldığından beri yumuşak güç unsurlarıyla çevrelendi. Buna cevap verecek yumuşak güç kapasitesi olmadığı için Sayın Putin bu kadar agresif ve sinirli. En iyi bildiği şey olan sert güce yöneliyor. Kendince “oyunu bozarım“ diyor. Fakat bu Ukrayna’ya, Gürcistan’a, Kırım’a ve Suriye’ye istikrar değil istikrarsızlık getirdi.
Rusya krizi… Kısmen değindik ama Putin sert açıklamalar yapmaya devam ediyor. Medvedev bugün yeni yaptırımları onayladı. Artık Türkler Rusya’da hizmet sektörüne yönelik yatırımlar yapamayacaklar. Bazı ihalelere de Türklerin alınmayacağına dair bilgiler var elimizde. Rusya yönetiminin takındığı tavrın biraz iç politikaya yönelik olduğu da söyleniyor. Sizin de belirttiğiniz gibi NATO kurulduğundan beri ilk kez bir Rus uçağı düşürüldü. Bu işi başta diplomatlar çözer gibimize geliyordu. Ne olur bu iş sizce? Kriz biraz daha sürecek galiba…
Rusya’yı sosyolojik olarak iyi anlamak ve tanımak gerekiyor. Teknik olarak ülkemizin haklılığı konusunda bir endişe yok. Yurtdışında da, “Türkiye haklı değildir“ diyeni duymadım. Fakat dünyada her sınır ihlali yapan uçak düşürülüyor mu? Düşürülmüyor… Orada bir ince çizgi var. Türkiye bu fiilin sonucunda uluslararası hukuk ve teknik açıdan haklı fakat Rusya gibi bir ülkenin uçağının düşürülmüş olması Putin’in şahsında büyük bir karizma hasarına yol açtı. Burada bizim devletin kamuoyuyla gerektiği kadar paylaşarak - devlet geleneği içerisinde - Rusları biraz sakinleştirmesi gerekiyor diye düşünüyorum. Yoksa bunlar yaptırım kararları açıklıyorlar biz de sessiz kalıp, alttan alıyoruz. Bu sorun zaman içerisinde çözülür diye beklemenin de daha kötü sonuçlara götüreceğini düşünüyorum. Ruslar “biz olumsuz adımları attık, sizden bir düzeltme gelmedi, dolayısıyla daha büyüğüne geçeriz“ modundalar. “İkinci büyük paketi açıklarız“ şeklinde. Konuşmaktan daha çok, fiziki ve fiilî birtakım sonuçlarla ve aile arası bir kavga gibi yorumlayarak biraz Ruslara karizma iadesi hediye etmek gerektiği kanaatindeyim. Çünkü Rusya ve Türkiye tarihsel olarak rekabet içerisinde olmuş ülkeler ama İran’la olan formül Rusya için de geçerli; “yüksek rekabet - yüksek işbirliği“. Bu kavganın kazananı olmaz, iki taraf da kaybeder. Onun için bazı somut adımlar atılması için çalışmak gerektiği kanaatindeyim.
Sözünü ettiğiniz karizma çok mühim. 1905’te Japon Denizi’nde Japonlar Rusları yenene kadar üç - dört yüz yıldır Ruslar hiçbir Doğu toplumuna yenilmiyordu algısı vardı (arada Kırım var ama o bir koalisyondu). Putin belki de (Gürcistan, Suriye ve Ukrayna’da olduğu gibi) onu yeniden canlandırma çabasında. Gerçekten büyük yankı uyandırdı. Ne askerî ne sivil hiçbir uçak düşmesin ama ben Rusların Ukrayna’da sivil uçak düşürdüğünü biliyorum. Pek çok konuğumuz da burada bunu dile getirdi. Dileriz sorun en kısa zamanda çözülür.
İnşallah. Daha “reel politik“, daha “çözüm odaklı“ gitmekte fayda var. Çünkü haklılık - haksızlık üzerinden yapılacak bir tartışma iki tarafı da bir yere götürmez. Uluslararası arenaya taşınması da yine bir yere götürmez. Amerika bile; “bizim elimizde bazı bilgiler var ama biz karışmak istemeyiz, o yüzden açıklamak istemiyoruz“ dedi. Onun için Türkiye ve Rusya’nın kavgası birbirlerine ve Bölge’ye zarar vermekten başka bir sonuç doğurmaz.
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, Suudi Arabistan’da. Sayın Davutoğlu da Sırbistan’a gitti. Bu proaktif dış politika ama bölgede yaşananlar da ortada. Türkiye’nin dış siyasetiyle ilgili neler söyleyeceksiniz?
Dış siyasetimizin, “orantılı risk, karşılıklı bağımlılık“ diye sloganlaştırıp formüle ettiğimiz bir çerçevede yeniden yorumlanmasına ihtiyaç var. Bu bir hatayı kabullenmek ya da herhangi bir hatadan dönmek anlamına gelmiyor. Çok fazla değişken var. Oyuncular değişti, şartlar değişiyor, Bölge değişiyor, dünya değişiyor. Bütün nokta atışlarından ziyade, birtakım inisiyatiflerden ziyade, yeniden oturup bütün olarak Türk Dış Politikası’nın yorumlanmasına ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Belli ilkeler yeniden yorumlanıp, tespit edilse bu sorunların birçoğu kendiliğinden ortadan kalkacaktır.
Suudi Arabistan, Bölge’de önemli bir ülke. Fakat o da güvenlik açısından en az bizim kadar hassas ve gergin. Gayreti; Sünni ve Vahabi ideolojiden çok, “çatışmaları ve DAİŞ’i kuzeyde tutmak, kendisine doğru gelmesini engellemek“ olarak okumak gerekiyor. Bu petrol fiyatlarındaki aşırı düşüşte, bütçesinin %90’ını bu gelirlerden karşılayan bir ülke olarak ciddi bir risk. Yeni Kral ile birlikte birçok projenin durdurulduğunu biliyorum. Kamuda bir takım tasarruflara gidildiğini biliyorum. Belli bir rezervi olsa da Anadolu söylemiyle bu hazıra dağ dayanmaz. Çok fazla savunma harcaması var. Hiç etkin olmayan ve aşırı para tüketen bir savunma sistemi var. Yıllık 80 milyar dolar gibi. Bu anormal bir rakam. Rusya’dan bile fazla.
Yemen’e de müdahalede bulundular geçen ay…
Masrafları arttıran mevzu olarak o da var. Suudi Arabistan da tıpkı Mısır ve İran gibi Bölge’nin başat ülkelerinden bir tanesi konumunda. Onun için işbirliğini geliştirme, Stratejik İşbirliği Konseyi kurulması kararı alınmış, bunların çok olumlu gelişmeler olduğunu ama altının doldurulması gerektiğini düşünüyorum. Adına “stratejik“ deyip en yukarıdan başladığınız zaman devletler arası ilişkilerde beklentiler de çok yüksek oluyor. Altını doldurma konusunda sınav daha çetin oluyor. Dolmadığı zaman da kopuş daha hızlı ve daha keskin oluyor. O sebeple terör için “İslam ittifakı“ olarak Suudi Arabistan’ın başını çektiği bir askerî inisiyatif de var. Onun için Türkiye - Suudi Arabistan ilişkilerinin yine belirleyici olacağına inanıyorum. Sırbistan klasik bir Slav ülkesi. Ortodoks ve Rusya’nın tarihsel olarak yakını bir ülke. Sayın Başbakan’ın ziyaretini de bu anlamda önemli görüyorum. Fakat Sayın Başbakan’ın ziyaretini müteakip, Sırbistan Devlet Başkanı’nın yaptığı açıklamaların da diplomatik nezakete uygun olmadığı kanaatindeyim. Rusya ve Türkiye arasında tercih yapması gerekirse Sırbistan her zaman Rusya’yı tercih edecektir. Bunu da tarihsel referanslar ve güncel ilişkiler açısından doğal karşılamak gerekiyor.
Balkanlar da az önce sözünü ettiğiniz çok değişen dinamiklerden nasibini alan bir coğrafya. Özellikle Almanya’nın çok etkili olduğunu biliyoruz…
Balkanlar’da şu an çok büyük bir AB aleyhtarlığı var. Çünkü ekonomik anlamda Batı Avrupa ülkeleriyle rekabet edemedikleri için son beş - on yıl içerisinde bütün ekonomilerini kaptırdılar. Şu anda AB dağılsa birçok ülkenin isminden başka bir şey kalmadı. Sol söylemler Balkan entelijansiyasında ağırlıkta.
Onun altyapısı da vardır zaten…
“Emperyalist Batı“ filan, çok duyuyoruz. Ama 2-3 yıl öncesine kadar AB’ye hiç toz kondurmuyorlardı. Balkanlar’da örneğin; Makedonya’nın, Arnavutluk’un bir Almanya ile bir Fransa ile bir İtalya ile sermaye ve insan kaynağı olarak rekabeti söz konusu olamayacağı için, onların çok uluslu büyük şirketleri ile rekabeti mümkün olamayacağı için ekonomilerini büyük ölçüde kaptırdılar. Ama Balkanlar’da iki tane başat millet var. Birisi Sırplar birisi Arnavutlar. Osmanlı ile olan ilişkilerde de en çok onlar uğraştırmıştır veya destek vermiştir.
Arnavut kökenli 61 vezir var…
Evet. İnatçıdırlar ama bir şeye inandıkları zaman sadıktırlar. Sırbistan önemli bir ülke. Yugoslavya niye dağıldı, onu da iyi incelemek gerekiyor. Bu Sırpların Boşnaklara yaptığını haklı çıkarmıyor. Ama başat ve dominant karakteri olan bir ülke. Hem mevcut ilişkileri yürütmek için hem de gelecek için alınacak çok dersler ve ibretler var.
Fransızlar çoban salataya “Makedonya salatası“ diyor. O kadar karışık ki, içinde o kadar çok değişik unsur var ki…
Makedonya Büyük İskender’in de memleketi olduğu için tarihsel olarak çok güçlü bir geçmişi var. Osmanlı devlet geleneği de, Balkanlar’dan çok şey almıştır. Hatta Harem’e Doğu’dan kadın girişi varken daha sakin ve sessizdir ama Batı’dan giriş başladığı zaman çok daha karışıktır. Ama seviye de yükselmiştir.
Sizden birkaç cümle ile yeni yıl mesajı alalım…
2016’nın inşallah türbülansların daha az olduğu, hem ulusal hem de uluslararası ölçekte güç ve adaletin daha fazla karşılık bulduğu bir yıl olmasını diyorum.
( TASAM Başkanı Süleyman Şensoy’un TRT Radyo 1 "Haber Yorum" Programı Röportajı | 30.12.2015 | İstanbul )