Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini 180-200 bin nüfuslu, Türkiye ölçeklerine göre küçük bir il veya büyücek bir ilçe olarak görmek yanlıştır. Kaldı ki, Türk halkı Ada coğrafyasiyle birlikte, esasları 1959 Londra ve Zürih anlaşmalariyle belirlenen ve halen de yerine bir yenisi konulamamış olan 1960 Cumhuriyetinin asli unsurlarıdır.
Aralık 1963 Rum katliamı ve arkasından uygulamaya konulmak istenen ( Akritas ) yok etme planının sonuçları nedeniyle, ta 1974 Barış Harekatına kadar geçen süre zarfında, arada Rum karakollariyle bölünen mahsur yerleşim yerlerinde ( enclave ) yaşamaya mecbur edilen Türkler, hernekadar Kızılay’ın temin ettiği bakla börülce ile idameyi hayat etmek zorunda kalmışlarsa da, bu ne onların gerçek anlamda gün görmüş varlık sahibi oldukları vakıasını değiştirmiş ve ne de vatan topraklarını, beton Rum mevzilerine karşı, üç mücahide bir mavzerin düştüğü toprak mevzilerden, canları pahasına savunma azimlerini engelleyebilmiştir.
Kıbrıs Türk halkı yüksek okuma yazma düzeyi yanında, başta İngiltere olmak üzere, Batı ile hem düşünce ve hem de hayat tarzı itibariyle iç içe bir toplumdur. Halk özellikle ekonomide tümüyle liberaldir. Kanun ve mevzuatla ekonomik hayatın monitor edilmesini düşünemezler.
Siyasal yapıda, Devletten çok insanın korunması esastır. Kamu hizmetleri ve örgütlenme de buna göre şekillendirilmiştir. Bu bakımdan, Ada’da Türkiye modeli bir idari düzenleme başından itibaren zorlama olarak görülmüş, yürümemiş ve başarılı olamamıştır.
Rumlar ve Yunanistan ötedenberi ( Enosis ) ile, Ada’nın tamamına el koymanın gayreti içinde olmuşlardır. Buna karşın, Türkiyenin de yardım ve desteğiyle, Ada’daki Türkler yurtlarını korumak adına, 1974 Barış Harekatını takiben geçirilen bazı evrelerden sonra, 15 Kasım 1983 de bağımsızlıklarını ilan ederek, KKTC adı altında bugünkü egemen Devletlerini kurmuşlardır.
Devletin kuruluşu askeri ve siyasi bir zaferdir. Ancak yaşaması, Rumların karşısında eşit egemenliğini koruyabilmesi ve sürdürülen müzakereler sonunda bu kimliğini kabul ettirebilmesi, KKTC’nin iktisaden de bir varlık olduğunu kanıtlamasına bağlıdır. Zira Rumlar, özellikle Barış Harekatından sonra, Türk toplumunu savaşla ifna edemeyeceklerini idrak etmiş olacaklar ki, bu hedefi iktisaden gerçekleştirmek yoluna girmişlerdir.
KKTC’ni bağımsız ve egemen bir Devlet olarak tanıyan Türkiyenin, bu koşullarda, milli davanın sahibi ve takipçisi olarak, Türk halkının her anlamda yanında olmaktan gayrı bir düşüncesi ve politikası olabilir mi?
Ancak hemen belirtmek gerekir ki, KKTC’ni siyasi olduğu kadar, iktisaden de güçlü kılmanın maliyeti üzerinde düşünürken, bu hususta KKTC’ne düşen görevlerle, Türkiyenin sorumluluklarını da iyi dengelemek gerekir. Aksi halde, son zamanlarda müşahede edildiği üzere, her iki tarafta da arzu edilmeyen bazı tezahürlere şahit olabiliriz.
KKTC’nin sorumluluklarını yerine getirebilmesi için, öncelikle üretken olması gerekiyor. Kabul edelim ki, bizim ötedenberi yapmadığımız budur; Aralık 1963 olaylarından sonra Adadaki tüm kamu görevlileri Rum saldırıları karşısında yerlerinden olup, evlerinde oturmaya mecbur kaldıklarında, hepsinin Sterling Pound cinsinden maaşları % 80 oranında, o zamanki kıt olanaklarla Türkiye Cumhuriyeti tarafından ödenmeye devam edilmişti. Şimdilerde de, belki de kolaycılık adına veya siyasi çözüm yakındır gibi bir iyimserlikle, KKTC’ni, üretkenlikten çok, fiiliyatta tüketime teşvik etmeye devam ediyoruz.
Halen olup bitenler bu yoldan dönmenin çarelerinin araştırıldığını gösteriyor. Ancak ne olursa olsun, Kıbrıs Türk halkının üstün değer ve meziyetleri tartışmaların dışında, layık olduğu yüksek yerde tutulmalıdır. (asula@ttmail.com)
Önce Kıbrıs’ı İyi Tanımaya Bakalım
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini 180-200 bin nüfuslu, Türkiye ölçeklerine göre küçük bir il veya büyücek bir ilçe olarak görmek yanlıştır. Kaldı ki, Türk halkı Ada coğrafyasiyle birlikte, esasları 1959 Londra ve Zürih anlaşmalariyle belirlenen ve halen de yerine bir yenisi konulamamış olan 1960 Cumhuriyetinin asli unsurlarıdır. ...