Devlet, zihinsel eşikleri yeniden inşa ediyor diye yorumluyorum. Bazı zihinsel eşikler çok hızlı ve Türkiye’nin aleyhine olacak şekilde aşılmıştı. Bu hem DAİŞ için hem PKK için geçerli. Bu zihinsel eşiklerin ne kadar başarılı olacağını da önümüzdeki günler gösterecek. Suriye’nin kuzeyindeki Kürt kuşağı için Hatay’a kadar olan kısımda PYD’nin kontrolünde olmayan sadece 110 kilometrelik bir bölge kaldı ve burayı büyük ölçüde DAİŞ kontrol ediyor. Türkiye Batı’dan DAİŞ’i bombalayarak o boşluğu ÖSO’nun onun doldurmasını istiyor. Koalisyon güçleri de daha çok Doğu’dan bombalayarak PYD’nin ilerlemesini istiyor. Orta bir yerde veya farklı bir alanda ÖSO ile PYD’nin karşılaşması belki çatışması da kaçınılmaz hâle gelecek. Bu müdahalenin sonucunda başarılı olunabilirse DAİŞ’in boşaltacağı alanları kimin dolduracağı, belirleyici olacak. Eğer PYD’nin dolduracağı şekilde neticelenirse, Türkiye için operasyon öncesinden daha kötü bir nokta bizim için söz konusu olur. PKK boyutunda değerlendirdiğimizde de gerçekten Çözüm Süreci ile sağlanan, öncesinde ve sonrasında sağlanan büyük haklara, imkanlara ve Cumhuriyet tarihinde görülmemiş kolaylıklara ve hoşgörüye rağmen terör örgütünün silah bırakmaması ve ayrıca şehir yapılanmalarına da gidilecek şekilde bir kapasite inşa etmesi Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından çok riskliydi. Bu anlamda ona da müdahale edilmesini çok önemli buluyorum. Yerinde bir devlet refleksi ve zamanında… Biraz geç kalmış da olsa bir devlet refleksi üretmeye başladığımızı düşünüyorum. Ama bu kez de sürecin derinleşip derinleşmeyeceği hem DAİŞ kanalıyla hem PKK kanalıyla yurtiçinde olası güvenlik sorunlarının nereye kadar taşınabileceği belirleyici olacak. Bu anlamda bir süre sonra tansiyon düşüp yeni zihinsel eşikler üzerinden müzakereler konuşmalar başlayacaktır diye düşünüyorum. İkinci ihtimal biraz daha riskli. Siyah ya da beyaz yaklaşımı ile devam ettirilirse bu kaosun daha de derinleşme ihtimali var. Ayrıca; Türkiye hem Batılı hem Doğulu hem bölgesel liderlerle de ciddi bir istişare süreci yönetiyor. NATO nezdinde, Birleşmiş Milletler nezdinde… Bunu da başarılı buluyorum. Hassas ve önemli günlerden geçiyoruz, önümüzdeki günler biraz daha fotoğrafı netleştirecek ama temel riskleri , avantajları ve dezavantajları özetlemeye çalıştım.
Ahmet Davutoğlu’nun açıklamalarını nasıl okumak lazım? “Üç ayaklı saldırıların hedefi Türkiye Cumhuriyeti’dir, üç değil otuz üç terör örgütüyle de mücadele etmeye kudretimiz yeter.“ dedi…
Devletin kararlılığını göstermek açısından siyasi kişilik olarak, iktidar partisinin genel başkanı olarak ve Türkiye’nin başbakanı olarak doğru mesajlar. Ama gelinen noktada özellikle PKK ile yurtiçinde ve yurtdışında yürütülen mücadelenin belli kodları var. Bu durum, yakın bir zamana kadar büyük ölçüde güvenlik sorunuydu; fakat belli süreçlerden sonra yüzde yüz olmasa da bir egemenlik sorununa dönüştü. Bu anlamda herkesin durması gerektiği yeri hatırlatmak açısından bu sürecin önemli olduğunu düşünüyorum. Bunlar zaten kökeni ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan hepimizin kardeşliği üzerinden ve hepimizin güvenliği üzerinden yürütülmesi gereken çalışmalar ki Devlet de bunu böyle yapmaya çalışıyor; ama bunun bir egemenlik sorununa dönüşmesine izin vererek zaman içerisinde farklı daha büyük risklerle yüzleşmektense şu anda bu egemenlik sorununa dönüşebilecek süreci tekrar güvenlik sorununa dönüştürmek kanaatimce 90’lara dönmek değildir.
O günkü Türkiye ile bugünkü Türkiye arasında ve alınan mesafeler arasında hem toplumsal hem sosyolojik hem ekonomik olarak çok büyük farklılıklar var. Olayın bir diğer boyutu da dışarıdaki uluslararası güçlerin ve dünyadaki küresel rekabetin, dengelerin bu konuda bize neyi emrettiği ya da neyi dayatmaya çalıştığıdır. Bu anlamda ciddi handikaplarımız ve büyük risklerimiz olduğu kanaatindeyim. İran’ın uluslararası sisteme geri dönüşünün milat kabul ederek, bu durumu tekrar irdelemek gerektiği kanaatindeyim. İçerdeki kararlı duruş çok önemli; ama uluslararası desteğin samimi olması gerekiyor. Bölge’de herkes kendi deklare ettiği politikanın tam tersini uyguluyor, bütün Bölge ülkeleri ve Bölge dışı ülkeler… Dolayısıyla böyle çok bilinmeyenli bir denklem içerisinde politika ve güvenlik üretmek çok zor. Uluslararası sürecin, beklentilerinin ya da yönlendirmelerinin ne olduğuna içerdeki sorunlardan daha fazla odaklanılması gerekiyor. Çünkü içerideki konular biraz sopa mahiyetinde; o sopayı kimin salladığına ya da hangi politikalarla ortaya çıktığına bakmak gerekiyor ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı üzerinden çok kapsayıcı ve kucaklayıcı bir üslup içerisinde bu süreci hep birlikte yönetmemiz ve destek olmamız gerekiyor. Tek sorun güvenlik ve terör, onun dışında hiçbir sorun yok. Yani; çözülmesi gereken tek sorunumuz bu.
Aslında Suriye mini bir Orta Doğu aslında, birçok mezhebi barındıran bir yer sonuçta; ama baktığımızda DAİŞ yarısını ele geçirdi ki belki bu topraklar artık daha da fazla. Bir yandan halkın birçoğunun ülkeyi terk ettiğini biliyoruz. Mülteci kamplarına, Türkiye’ye sığınanlar da başka bir mesele. Bir Suriye kalır mı?
Yekvücut bir Suriye’nin kalabilirliği pek mümkün değil artık. Irak’ta da böyle oldu zaten. Şu anda bir aradaymış gibi gözüküyor ama fiilen aslında yönetilemez durumda. Kuzey fiilen bağımsızlığını ilan etmemiş olsa da bağımsız bir devlet gibi hareket ediyor. Suriye’nin de yekvücut bir ülke olarak kalması mümkün gözükmüyor. Bu süreç başladığında Kuzey’deki bölgeyi Esed yönetiminin gözden çıkardığını hatta bunun Batı’yla ilişki kurabilmek için opsiyon olarak da kullanılabileceğini söylemiştim. Yani tek parça bir Suriye mümkün değil. Hatta birçok ülke belki tek parça kalmayacak; bu da komplo teorisi değil. Sykes-Picot’tan sonra Bölge aslında yeniden dizayn ediliyor. Bunu bütün entelektüeller, Arap entelektüeller dâhil olmak üzere çok derinlemesine tartışıyorlar. Daha bir yukarıdan bakarsanız bu Doğu’daki yeni güçlerle Batı’daki geleneksel güçlerin önümüzdeki yüzyıl için dünyayı paylaşma şekillendirme kavgası olarak gözüküyor. Biz Bölge’deki stratejik konumumuzla, birikimimizle bu süreçte küresel fotoğrafı okuyamamaktan kaynaklanan iyi niyetli de olsa ciddi hatalar yaptık. Gelinen noktada ulusal güvenliğimizi sağlamak, millî birlik ve bütünlüğümüzü sağlamak noktasında hatalarımızı telafi etmemiz ve hep birlikte bu sürece omuz vermemiz gerekir diye düşünüyorum.
“Orta Doğu’da yeni bir harita dizayn ediliyor“ dediniz. O haritada Türkiye’nin rolü nedir?
Türkiye’nin de tek parça kalması lazım ama haritanın Türkiye’yi tek parça olarak öngördüğünü düşünmüyorum. Fakat bu öngörüler biliyorsunuz tarihte defalarca yapılmış, tutmamıştır. Komplo teorileri üzerinden de hayat yaşanamaz, politika geliştirilemez. Bu anlamda bizim hem millet anlamında hem devlet anlamında geliştireceğimiz millî refleksler önemli, süreci yönetmek açısından. Türkiye’nin de tek parça ve güçlü olarak bu türbülanstan çıkması lazım. Bu türbülansa çok ciddi riskler alarak girdik ama Türkiye bu riskleri de alt yapısı, demokrasisi, geçmişi itibariyle atlatabilecek güce sahip.
ABD’nin stratejisine de bakmak gerekiyor. Biraz olsun dışardan bakıldığında aslında Türkiye önderliğinde bir DAİŞ stratejisi sanki belirleniyor, öyle değil mi?
Arap entelijansiyasında son bir iki yıldır çokça konuşulan ve gündeme gelen bir şey var. Bu biraz da Arap ülkeleriyle Türkiye’nin ilişkilerinin belli ölçüde yıpranmasından sonra ortaya çıktı. Mesela yakın tarihte Beyrut’ta yapılan oldukça üst seviye hem sivillerin hem resmî sıfatlı kişilerin katıldığı entelektüel bir toplantının sonuç deklarasyonuna “Bölge’deki Sykes-Picot süreci bozulacaksa Türkiye ve İran’dan toprak alan bir Kürt Devleti kurulmalıdır. Bu Türkiye ve İran’ı zayıflatacağı için bizim üzerimizde dominant bir etki kurmasını da engeller.“ gibi bir ifade eklenmeye çalışıldıysa da bizi temsil eden katılımcı tarafından müzakerelerde engellendi. Sonuç deklarasyonuna girecekti, bağlayıcılığı yok, sivil bir toplantı ama biz bunu nezaket ve sivil diplomasi kuralları içerisinde engelledik. Bu tür görüşler de özellikle Arap entelijansiyasında hızla yayılıyor. Bu anlamda sadece resmî-sivil diplomasi kanalları açısından değil, sivil diplomasi kanalları açısından da bazı şeyleri konuşup tartışmaya, gündemi takip etmeye ve Türkiye’nin, tezlerini anlatmaya ihtiyacı var. İçerdeki PKK kaynaklı teröre sebebiyet veren endişeleri ve gerekçeleri ortadan kaldırmanın yolu bunu Avrupa Birliği müzakere süreci içerisinde Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı üzerinden tartışmanın doğru olacağını düşünüyorum. Orada AB içerisinde başarılı olmuş, evrensel bir deneme var. Bu belli bir uzunlukta ve olgunlukta neticeye ulaşıncaya kadar tartışılabilir, müzakere edilebilir. Böyle bir çerçevede bu tartışmaları bundan sonra tansiyon düşerse sürdürmenin daha sağlıklı olacağını düşünüyorum.
Yabancı savaşçılar aslında DAİŞ’le mücadele boyutunda çok önemli bir nokta. DAİŞ’in % 60’ını yabancı savaşçılar oluşturuyor ve Iraklılar da %40’ını oluşturuyor. Bugüne kadar alınan önlemler bir fayda sağladı mı, ayrıca Birleşmiş Milletler zirvesinden çıkacak önlemler sizce sağlar mı?
Çok boyutlu bir dünyada yaşıyoruz. Birçok boyut bir arada yönetiliyor. Her makamda bir perde var tabir-i caizse. Hangi kattan baktığınıza göre fotoğrafın şekli değişiyor. Dolayısıyla bazen bu örgütleri kaldıraç olarak kullanan merkezlerle, bunlarla mücadele eden merkezler aynı yerler olabiliyor. Sadece ilgilenen kurumlar farklı oluyor. Dolayısıyla tek bir fotoğraf üzerinden değil de biraz kafa karışıklığı içinde bakmakta yarar olduğunu düşünüyorum. Yabancı savaşçılar konusu Batı açısından “mümkünse gitmesinler, gitmişlerse de geri gelmesinler“ şekinde değerlendirilir temel konsept olarak. Ama bu tür önlemler dünyadaki güvenlik sistemlerinin de tek tipleşmesini sağlayacak zaman içerisinde. Bunun için bir kaldıraç olduğu da ileride iddia edilebilir. Ama dünyanın bu konuda inisiyatif üretmesinin, Birleşmiş Milletler çatısı altında ya da farklı meşruiyeti olan çatılar altında konsept üretmesinin ve İçişleri Bakanlıklarının birlikte çalışmasının da dünya için bir zararı olmadığını düşünüyorum. Bu, sorunu çözer mi? Eğer gerçekten isteniyorsa çözer, ama ben gerçekten istendiği kanaatinde değilim. Bu bir kontrollü bunalım ve şimdi yüzyılın başında olduğu gibi yine bölgemizde, Orta Doğu’da, bizde başladı. Bu önemli bir deneme. Ortaya çıkacak sonuçlar zaman içerisinde farklı birçok jeopolitik, jeostratejik rekabet olan bölgelerde görülebilir. Teşebbüsler yerinde ama çok büyük bir şey getireceği kanaatinde değilim.
Kanada’da bir başka toplantı gündemde. Koalisyon ülkeleri de bir toplantı hazırlığında.
Bu rutin olarak devam eden bir toplantı bildiğim kadarıyla. Ülkeler arasında belli düzeylerde istişare olması, işbirliği olmasını doğal karşılamaktan başka bir şey yok.
Uluslararası destek açısından yetersiz kaldığını mı düşünüyorsunuz?
Herkes kendi ulusal güvenliğini düşünecektir, bu normaldir, fakat mikro-milliyetçilik başta olmak üzere uluslararası sistemin kullandığı rekabet araçları söz konusu. Bu açıdan Doğu’daki ve Güney’deki ülkeler kurumsal olarak çok zayıf. İnsan kaynağının niteliği çok manipüle edilebilir; eğitim düzeyi çok düşük, radikalleşmeye uygun; fakirlik, yolsuzluk, yoksulluk. Avrupa ve Batı, Batı Avrupa ağırlıklı olarak Avrupa ve Amerika, Kanada gibi ülkeler açısından da en büyük avantaj ortalama olarak sosyolojik değerlerin, insani gelişmişliğin yüksek olması. Güvenliğin en önemli nedenlerinden birisi bu... Salt sert güce yatırım yaparak güvenlik sağlamak artık bu dünya için, önümüzdeki yıllar için biraz ahmaklık gibi şekilleniyor. İnsan kaynağı niteliği başta olmak üzere yumuşak güç odaklı bir savunma düzeni ya da saldırı düzeni oluşuyor. Güvenlik başta olmak üzere bütün alanlar aslında dünyada bir dördüncü boyuta doğru evriliyor. Üç boyutu biliyoruz bugüne kadar; fizik olarak, teknik olarak da biliyoruz, kullanıyoruz ama bir dördüncü boyuta geçiyoruz. Mesela sanayide de “dördüncü sanayi devrimi“, “dördüncü nesil makineler“ gibi yeni süreçler var. Bu aslında hayatın her alanını kapsıyor. Bu dördüncü boyuta geçişe uyum sağlayabilecek ülkeler, var olacaklar. Sağlayamayan ülkeler de bu türbülanstan belki yaralı, belki birkaç parça, belki de yok olarak çıkacaklar. Bu tür dönemlerde, tarihte hem haritada hem demografide çok ciddi değişiklikler olmuş.
DAİŞ inanılmaz bir ilerleme kaydediyor. Sadece Suriye açısından bakmamak lazım; Irak ve Yemen de var. Ayrıca DAİŞ’e itaat eden birçok örgüt de söz konusu. Biat eden birçok örgüt açılımda baktığımızda küresel terör de farklı bir boyuta taşınıyor.
Küresel enerji akışında bir sorun yok DAİŞ’in olduğu bölgelerde. DAİŞ daha çok bir küresel kaldıraç olarak, şimdilik bölgesel bir kaldıraç gibi şekilleniyor. Sadece gündemde olan Birleşmiş Milletler’in ya da bir takım uluslararası örgütlerin söylediği şeyleri tartışmak aslında bizim açımızdan da biraz sürece hizmet etmek gibi oluyor. Farklı arayışlar içerisinde olmak, proaktif düşünmek, en doğruyu bulmaya çalışmak yerinde olur diye düşünüyorum. Suriye’nin kuzeyindeki DAİŞ tehdidinin ortadan kalktığını var saysak bile bu kez güneye doğru yönelecektir. Mesela Suudi Arabistan gibi ülkelere…
( TASAM Başkanı Süleyman Şensoy Röportajı | 29.07.2015 | TRT Türk | Küresel Bakış Programı )