Suriye’de “Fetih Ordusu“ ismi verilen bütünleşmiş ordu, El-Kaide destekli El-Nusra. İlerleyişe devam ediyor. Bir süredir uğraşıyorlardı, Karmid'i ele geçirdiler. Önlerindeki hedef “Mastuma Askeri Üssü“. Asıl önemli stratejik nokta ise bir sonraki adım, önlerinde sadece Lazkiye kalmış oluyor. Lazkiye Beşar'ın doğum yeri, yani memleketi ve asıl önemli unsur ise burada Ruslar'ın askerî üssünün bulunması ve Akdeniz'e açılan bir nokta olması. Şimdi ola ki bu sene bu gerçekleşti; bir hafta, bir ay, ya da iki ay içerisinde bu noktaya kadar geldiler diyelim. Lazkiye'yi de ele geçirdiler. Bu durumda Ruslar nasıl bir yanıt verir? Olaya dâhil olurlar mı? Bir askerî müdahale yaşanabilir mi? Ya da o arada meselenin bu noktaya kadar ulaşmaması için yine Rejim’in, Rusya'nın ya da başka bir etkenin burada oynayacağı bir rol olabilir mi sizce?
Şimdi birincisi, Suriye'de anlaşıldığı kadarıyla, son 3 yıllık performansa bakıldığında; bir “kontrollü bunalım“ var. Yani kimsenin bir netice almasına izin verilmiyor. İkincisi, 1.200 civarında bizim tahminlerimize göre küçük veya büyük milis grup var. Bunların kendi aralarında zaman zaman bloklaşmaları, kavgaları, ittifakları, birbirleriyle savaşmaları var ve daha çok sponsor eden ülkelerin siyasi pozisyonlarına göre şekil alan birçok grup var. Dolayısıyla, “fetih ordusu“ olarak isimlendirilen bu mevcut koalisyonun da hangi noktada bir arada kalacağı belirli değil.
Lazkiye önemli bir kent, hem Esad rejimi açısından, hem Akdeniz'e çıkışı olması açısından. Ben bunun çok mümkün olacağını düşünmüyorum. Çünkü orada bir Rus üssü de var. Bu “kontrollü bunalım“ olarak devam edecektir diye düşünüyorum. Bir de P5+1 ülkeleriyle İran'ın daha imzalanmış olmasa da fakat bir anlaşmaya varmış olması, Iran politikasının değişeceğinin bir işareti. Dolayısıyla Suriye merkezî yönetiminin bu anlamda büyük bir ölçüde eli rahatlamış durumda. Silahlı mücadeleyle Suriye Merkez yönetiminin değiştirilebilirlik ihtimali her geçen gün daha da düşüyor.
Esad'a baktığımız zaman sürekli bir Avrupa televizyonuna mülakat verme durumunda. Her mülakatında da diyor ki; “Biz sivilleri vurmuyoruz, kimyasal silah kullanmıyoruz, konvansiyonel silahlar kullanıyoruz.“ Ama işin acı tarafı “Biz sadece teröristleri vuruyoruz“ diye açıklama yapıyor. Bu hafta kullandıkları vakum bombası ardında pek çok ölü, yaralı bıraktı. Bütün tabloya bakarsak okula giden çocuk mu terörist? Yoksa pazar yerinde ekmeğini, meyvesini, sebzesini almaya çalışan kadınlar mı terörist? Hayatını sürdürmeye çalışan sivil halk mı terörist? Çok garip bir açmaz içinde. Bu meşruiyet tartışması da devam edecek gibi görünüyor ve bunu ispat etmeye çalışıyor. Ama bir yandan halkını kendi eliyle katleder. Batı'nın bunu bir şekilde ayırt etmesi ve buna göre davranması gerekmiyor mu?
Batı, söylemlerde buna benzer şeyler söylese de bizim baktığımız yerden bakmıyorlar olaylara. Çok daha pragmatik ve bölgesel menfaatleri ve planlamaları açısından bakıyorlar.
Beşer Esad'ın daha çok Avrupa televizyonlarında çıkması ve buna yer bulabilmesi, meşruiyet zemininin güçlendiğini gösteriyor. O, eski ilişkileri yeniden kurarak uluslararası sisteme yeniden entegre olmak istiyor. İran’la olan süreç burada belirleyici, bunu belirtmekte fayda var. Bunun temel açıklaması şu olacaktır; iç savaş ortamı, devletine karşı isyan etmiş insanlar, savaş ortamında aşırılıklar olabilir. Yaşanan bütün acılar da bu aşırılıkların sonucu denilecektir. Ama böyle denmesi bu yanlışlıkları temize çıkarmaz.
Alanlara baktığımız zaman bir tarafta DAEŞ terörü var. Bir tarafta El-Nusra ve buna bağlı unsurlar var. Daha pek çok milis grup, radikal unsur, terör örgütü var. Şimdi Suriye’de muhalefetin de kendi içinde bölünmesinden dolayı, çok parçalı bir yapı oluşmuş durumda. Bir tarafta DAEŞ' in estirdiği terör ortada, diğer yanda El-Nusra veya buna benzer gruplar da DAEŞ'in izinden gidip benzer terör yöntemlere, benzer korku politikalarına veya buna benzer bazı terör eylemlerine bundan sonraki aşamada başvurursa, mesela Suriye rejimini ve orduyu gerileterek, kendi hâkimiyet alanlarını genişleterek bu alanlarda istedikleri gibi bu otorite boşluğunu kendi kafa yapılarına ve politikalarına uygun biçimde doldururlarsa, o zaman El-Kaide'nin de işin içinde olmasından dolayı radikal terörün güçlenmesi veya Bölge için daha yeni tehditlerin oluşması gibi tehlike durumu oluşabilir mi sizce?
Mevcut aktörler muhalif denilen ya da savaşan veya savaşmayan aktörler çok güçlü iktidar adayı, güçlü bir donanıma sahip değiller. Birçoğu da zaten iç savaştan önce Suriye dışında yaşıyordu. Şimdi bakınız, Libya'da çok hızlı bir geçiş oldu. NATO müdahalesiyle çok kısa bir sürede yönetim devrildi ve çok iyi, başarılı olacağı düşünülen insanlar yönetime geldi fakat bugün Libya bir iç savaş içerisinde. Yani Suriye'ye göre kıyaslanmayacak kadar pozitif insanlar olmalarına rağmen. Tabi bu iç savaşın sonunda kurulabilecek herhangi bir düzenin de istikrar getireceğini söylemek çok zor, çünkü ondan sonra kendi iç çatışmaları ve paylaşım mücadeleleri başlayacak. Bir de, insanlar birbirlerini öldürmeye alışmışsa, bu anlamda zihinsel eşiklerini geçmişlerse; bunun muhatabı çok fark etmiyor. Bu anlamda çok ölçülü davranacak olan grup sayısı azdır. Muhalefet cephesinde de, Suriye-Şam Cephesi'nde de zor bir dönem. Bir şekilde “kontrollü bunalım“ yönetimi içerisinde, ortak nokta bulunması gerektiği kanaatindeyim.
Kullanılan yöntemler çok kirli. Hep diyoruz; okulları vurmak, hastaneleri hedef almak, pazar yerlerine bomba yağdırmak, insanların yoğun olduğu saatlerde halkı yıldırmak ve bezdirmek adına o kuşatmayı güçlendirmek ve ağırlığını en ölümcül haliyle hissettirmek adına, olmadık saatlerde ve yerlere insanların uykularında bile pek çok bombardımanlar yapılabiliyor ve Rejim de bunu sürekli bu hâle getirdiği için insanlar yıllardan beri, her an her dakika, her saniye ölümle burun buruna yaşamaya alışmış vaziyetteler. Tablo böyleyken, Suriye'de Rejim’in önde gelen karakterlerinin, Beşar'ın veya diğer bütün Baas Partisi'nin önde gelen karakterlerinin bir gün, bütün bu işledikleri insanlık ve savaş suçlarının Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanması ve onların da bunun karşılığı olarak cezaya çarptırılması gibi bir durum çok mu hayal olur? Ya da böyle bir şeyin gerçekleştiğini görebilecek miyiz bir gün?
Bugünkü küresel ve bölgesel dengeler, değişen trendler içerisinde bu çok zayıf bir ihtimal. Ancak Birleşmiş Milletler kararıyla uluslararası bir müdahale olur da bu müdahale sonucu Ülke’nin yönetimi - Afganistan'da ya da başka ülkelerde olduğu gibi - uluslararası güçlerin desteğinde ele alınır, yeniden inşa edilir ise belli sayıda insanın - Yugoslavya'nın dağılışında olduğu gibi - bu tür mahkemelerle ya da cezalarla karşılaşması mümkün olabilir. Ama bugünkü reel politik, böyle bir ihtimalin az olduğunu söylüyor.
Suriye çok sıcak bölge, ama asıl sıcak bölgelerden biri de, en yoğun çatışmaların devam ettiği Yemen. Sudi Arabistan öncülüğündeki Koalisyon, İran'dan yardım gelmesini engellemek adına, Sanaa'daki havaalanını vurunca; ipler bir anda gerildi. Suudiler ile İran arasında tansiyon epey yükseldi. Acaba İran bu bölgede yürüttüğü bütün politikayla ve Husilerin sağladığı destekle ne yapmayı amaçlıyor?
Bu sorun şu anda Yemen'le gelinen noktadaki Suriye'yle başladı. Suriye Doğu’yla Batı arasındaki geleneksel ve yeni güç adayları arasında bir cephe ülkesidir. Aslında bütün hikâyenin özeti; son 5 yıldır Bölge’deki büyük ülkelerin izlediği mezhepçi politikalardır. Bilerek veya bilmeyerek, iyi veya kötü niyetle… Neticede, bu ayrışma artık kan dökülecek noktaya geldi ve artık çeşitli alanlarda kendisini gösteriyor. Şimdi; benim şöyle bir tezim var; bu Orta Doğu'daki kriz konusunda nihai ve en önemli hedeflerden bir tanesi Sudi Arabistan'ın bizzat kendisidir. Çünkü Sudi Arabistan, 1932'de bağımsızlığını kazandığında İngilizler Sudi Arabistan'ın bu kadar büyük bir enerji havzasını kontrol ettiğini bilmiyorlardı. 50'lerden, 60'lardan bu yana Suudi Arabistan arasında çok ciddi, görülmeyen bir gizli savaş var. Tabi, denebilir ki “Suudi Arabistan Amerikan yanlısı, Batı yanlısı, ne istiyorlarsa yapıyor“. Ama buna rağmen ciddi bir rekabet ve savaş var. İran'dan, Bahreyn'den, Suriye'den, Irak’tan, Lübnan'dan, Somali'den; çok ciddi, dört bir tarafından güvenlik sorunlarıyla sarılmış bir ülke şu anda. Kendi iç bütünlüğünü sağlamak adına Arap Bahar’ından bu yana 170-180 milyar dolar civarında, halkına kraliyet ailesi, devleti, hükümeti nakit destek dağıttı. Suudi Arabistan kendisini sıkışmış hissediyor. Yemen bardağı taşıran son damla oldu. Nasıl Kırım ve Kafkaslar Rusya açısından kırmızı çizgi ise, Yemen de Suudiler için kırmızı çizgi idi. Hiçbir uluslararası karar, Birleşmiş Milletler ya da farklı bir uluslararası örgütün güvenlik kararı olmaksızın; bu bir ilktir! Uluslararası sistemin geleceği açısından da bir risktir... Arkasına 10 ülkeyi alarak bir bombardıman sürecini başlattı. Bunun karşısında doğal olarak İran da var. Yemen’de gayrimeşru yollarla iktidara gelmiş olan yönetimi İran destekliyor. Kaos derinleşiyor ve olayların Suudi Arabistan'a yayılma riski her geçen gün daha da artıyor.
Peki, bu kaosu bir Suudi Arabistan - İran soğuk savaşı olarak nitelendirmek mümkün mü? Eğer mümkünse bu soğuk savaşın sonu nereye varabilir?
Aslında Şiiler ve Sünniler arasında soğuk savaş isteniyor. Bu konuda büyük ölçüde alt yapı inşa edildi geçmişteki hatalarla. Bu anlamda Sünni dünyanın temsilcisi olarak Türkiye'den büyük bir rol bekleniyor. Türkiye bu anlamda, başta bazı hatalar yapmış olsa da şu anda mezhepçi politikanın sonuçlarının olağanüstü acılarını tahmin ederek çok dengeli bir politika izliyor. Bu konulara karşı atak davranmıyor. Bu iş büyük ölçüde Suudi Arabistan'a kalmış durumda.
Bölge’nin; Şii ve Sünni unsurlar arasında, uluslararası enerjisini kendi arasında harcaması; Bölge dışı aktörlerin de çok az güç kullanarak Bölge’yi yönetmeleri şeklinde bir formül işliyor. Bir diğer konu ise ABD gibi bölge-dışı aktörlerin iç enerji kaynakları arttıkça dünya arzına verdiği pay açısından Orta Doğu'daki kaynakların riske edilebilirliği artıyor. Bölge’deki olayların derinleşeceği ve daha büyük olaylara da göz yumulabileceği gözüküyor.
Petrol deyince; arz fazlası dolayısıyla varil fiyatları düşmüştü. O fiyatlar, sürekli olarak ekonomistlerin tahminlerini revize ediyordu. Şimdi 60-70 dolarlar civarında bir tahmin var. Bunun üzerine birkaç ay sonra çıkabilir diye tahminler tekrar revize edilmiş vaziyette. 40 dolardan hatta daha da altından bahseden ekonomistler vardı. Yemen operasyonunun ardından petroldeki bu yükseliş ve petrol piyasasındaki bu oluşumlar ne noktaya gidecek? Çünkü Suudi Arabistan'ın elinde de çok büyük bir rezerv oluştu. Yani neredeyse % 100’lere yakın bir rezerve ulaşmış vaziyetteler. Çok ciddi şekilde petrol piyasasını domine eden Suudi Arabistan faktörü varken, şu sıralarda biraz daha geri planda kalmış ve daha sessiz sakin ilerleyen bir faktörden bahsetmekte mümkün. Yemen operasyonu da uzarsa, petrol piyasasına Yemen operasyonunun etkisi ne olacak? Mesela aylara da yayılırsa ne olur?
Belirsizlik arttıkça fiyatlar yükselecektir. Ama fiyatların yükselmesi de gerekiyor, çünkü en büyük üreticilerden bir tanesi ABD. Biliyorsunuz, 40-50 dolarların altına geldikten sonra çok sayıda platform kapatıldı, çok sayıda yatırım durdu ve insanlar işsiz kaldılar. Bu rakamın üzerinde olması gerekiyor. 100-110-120 dolar gibi rakamlar da Rusya, İran, Suudi Arabistan gibi ülkelerin elini güçlendiriyor, özellikle İran ve Rusya'nın. 60-70 dolarlarda kalması sanırım tercih edilecek. Ama bu ne kadar tutulabilir bilmiyorum. Çünkü bu biraz sosyal toplum mühendisliği gibi. İnsanların güvenlik ve tehdit algılamaları, olaylara göre iniş, çıkış olabiliyor. Ama çok düşük kalması Batı merkezli uluslararası sistem için de iyi değil. Çünkü kendileri çok ciddi üretici durumundalar. Örneğin Norveç... Arz fazlası olduğu için Orta Doğu’daki kaynakların % 100 değil, belirli ölçülerde riske edilebilir olmasının, Bölge’nin geleceği için, gelecekte Bölge’deki barış ihtimalinin azalması açısından üzerinde durulması gereken nokta olduğunu düşünüyorum.
Düşüşle beraber Rusya, İran ve diğer yanda Venezuela'dan yükselen çığlıklar da vardı. Denk bütçelerini 90-100 dolar arasındaki petrol varil fiyatına göre ayarlayan ülkelerden bahsediyoruz. Ardından fiyatlar düşünce her şey tepetaklak oldu ve petrol piyasasındaki bu etkiyle yeni önlemler paketi ve ekonominin içine girdiği açmazlar da söz konusu oldu. Dünyadaki global krizlerin yavaş yavaş aşılıyor olması, özellikle Amerika'nın bunu aşıyor olması, Avrupa'dan bazı olumlu sinyaller gelse de hâlen ağır aksaklığı aşmak yolunda ilerliyor olması da ilginç. Öte yandan petrol üreten ülkelerin de, özellikle Rusya’nın ve şimdi İran'ın da nükleer antlaşma ile beraber sisteme daha entegre olmasıyla petrol fiyatlarında 15 dolar civarında bir düşüş olabilir diye tahminler vardı. Haziran'daki anlaşmayla beraber, her şey olumlu gitti; İran ve P5+1 ülkeleri yollarına devam etme kararı aldılar. Önümüzdeki 10-15 yıllık süre için bunun petrol piyasasına etkisi ve Körfez’e etkisi nasıl olur?
İran Batı'yla anlaşmış olması dolayısıyla Suudi Arabistan başta olmak üzere, biraz daha ılımlı bir politika takip ediyor. Bu diğer bütün Körfez ülkelerini olağanüstü kızdırdı. Şu anda Batı Dünyası'nın kendileriyle ikili oynadığını düşünüyorlar. Bu da benim Şii-Sünni tezimi destekliyor. Çünkü Batı Dünyası hem İran’la iş yapmak hem de buradaki Sünni devletlerle iş yapmak istiyor. Aradaki kamplaşmayı da yönetmek istiyor. Bu anlamda, İran’la yapılacak anlaşmanın olumlu yansımaları olacaktır. Ama sadece petrol, gaz gelirlerine bağlı olarak ekonomi dizaynı olan ülkeler şu anda bir Hollanda hastalığına yakalanmış durumdalar ve bu krizi Rusya'nın aşması için en az 5 senelik bir süre gerekiyor. Bu arada pek çok insan ekonomi küçülmesinden, işsizlikten, fakirlikten acı çekecek. İran 30-35 yıldır sürekli savaş ve ambargo altında. Bir de teknolojisi çok yüksek olmasa da İran'ın çok güçlü bir imalat sanayisi var. Yani her şeyini kendisi üretebiliyor. Bütün bu savaş şartlarının, ambargo şartlarının onlara öğrettiği bir şey bu. Bu zorluklar onlar için olumlu bir tecrübe olarak geri döndü. Dünyayla entegre olduklarında bu imalat sanayisinin seviyesini ve teknolojisini de yükselteceklerdir. Fakat çok türbülanslı bir dönem. Yani inişlerin ve çıkışların çok fazla yaşanacağı bir dönem. Bölge ülkelerinin, İran, Suudi Arabistan ve Mısır'ın küçük hesaplara dalmadan, birlikte hareket etmeleri gerekiyor, dış etkilerin dengelenebilmesi açısından.
Bir de Mısır'a değinmekte fayda var. En son, bir mahkemenin verdiği karara göre 71 kişiye daha idam cezası çıkmış oldu. Bütün bu verilen idam cezaları henüz onaylanmadı ve uygulanmadı, bir yandan sürekli olarak bu davalar, bu kararlar devam ediyor. Bu durum, darbeyle yönetime gelen Sisi ve Mısır yönetimi için acaba bir politik temizlik harekâtı mı? Çünkü yargı süreçleri de, özellikle Batı'da çok büyük eleştiri alıyor; 100 kişiyi birden yargılıyorlar; bir anda çok hızlı celselerle çok hızlı idam kararları çıkıyor. Kimse kendisini savunma hakkı bulamadan bu kararlara maruz kalıyor. Mısır yargısı bu yüzden çok eleştiriliyor. Bu arada çok şaşırtıcı kararlar da çıkıyor.
Ama infaz edilen yok.
Şu anda yok. Ama bu adım adım Müslüman Kardeşler’i sistemden tamamen yok etmeye ya da muhalefeti yok etmeye yönelik politik bir adım mı? Yoksa buna benzer bir oluşum mu sizce?
Şimdi, Mısır kendisine göre bir devlet refleksi veriyor. Yani diyor ki; “Benim yaptığımı kabullenmek zorundasınız. Kabullenmezseniz, elinizdeki pozisyonları sırasıyla alırım“ ve ilerisi için pazarlık şansını kuvvetlendiriyor. İleride ilk müzakere edilecek şeylerden bir tanesi bu idam kararlarının kaldırılmasıdır. Kabul ettirilemiyorsa, hapis cezasına çevrilmesidir. Ben Müslüman Kardeşler’in siyasi ve stratejik anlamda büyük hata yaptıkları kanaatindeyim. Bu darbe olduğunda, darbenin gayrimeşruluğunu ve demokratik olmadığını sürekli ilan etmekle birlikte, hemen siyasete angaje olup seçimlere hazırlanmalıydılar. Belki bir dönem, 5 yıl, 10 yıl iktidar olamazlardı. Çok büyük bir sürprizle ve aniden, 1 yıl gibi bir süre içerisinde iktidara geldiler, cumhurbaşkanlığı dâhil, parlamento çoğunluğu dâhil. Sosyolojik açıdan bir olgunlaşma dönemi olabilirdi. Ama bu varlık-yokluk, siyah-beyaz psikolojisi içerisindeki savaşla, devlet daha güçlü orduya dayanıyor. Kurumsal yapısı en güçlü olan ordu da Mısır’dır.
Bu restleşme devam ettikçe Müslüman Kardeşler yıpranmaya ve kaybetmeye devam edecekler. Bu yolun sonunda iki ihtimal var. Birincisi; bu iş Libya'daki, Suriye'deki ve başka ülkelerdeki, Yemen'deki gibi radikal çatışma ortamına dönebilir. Bu da Mısır'ın yok olması demektir. İkincisi, çok çok zayıflamış ve artık pazarlık yapacak gücü kalmamış Müslüman Kardeşler ile birtakım aracı ülkeler vasıtasıyla, devletin pazarlığa oturmasıdır. Bu da birincisine göre Müslüman Kardeşler'in 20 yıl geriden işe başlayacağı anlamına gelir. İkincisi de Mısır için daha iyidir. Çünkü ekonomik olumsuzluklardan beslenen Bölge’de iç çatışma ortamı, Mısır'ı da kaybetmemize yol açabilir.
Yargı kararları insan hakları ve demokrasi açısından çok eleştiriliyor. Özellikle bunu eleştirenler Batılı insan hakları kuruluşları vb.
Ama hiç bir şey yapmıyorlar.
Hiçbir eylem de olmuyor ne yazık ki ve bu kararlar da alınmakla kalıyor. Sürekli olarak, farklı onlarca dava ile paralel biçimde devam ettiriliyor.
Devlet stratejik rezerv biriktiriyor. Bu kararlar biraz abartılı ve ciddiye alınacak kararlar değil. Hiç birisi de infaz edilmedi, edileceğini de zannetmiyorum. Müslüman Kardeşler, bütün ileri gelenlerin idama mahkûm edildiği bir örgüt gibi… Temyiz süreçleri de var.
Mısır Bölge’de “ben de varım“ demek adına sesini yükseltmeye çalışıyor. Sürekli olarak bazı adımlar atılıyor, özellikle Yemen krizine daha fazla dâhil oldular. Bölge’deki farklı noktalarda “biz de artık yeniden bir gücüz ve kendi yolumuza devam etmek istiyoruz.“ mesajları vermeye çalışıyorlar. Mısır bunda başarılı olabilecek mi sizce?
Gücü ölçüsünde başarılı olacaktır fakat ekonomisinde ciddi sıkıntılar var. Tek güçlü organizması; Ülke’yi bir arada ve ayakta tutan yapı olan ordusu. Ordu şu anda fiilen yönetimde. Mısır'da ciddi bir Şii nüfus var. İran kaynaklı politikaların ve Şii - Sünni çatışmasının Mısır'ı da etkilemesi kaçınılmaz. Kendisi inisiyatif almaya çalışıyor. Ama Mısır'ın ordusunu, jeopolitik konumunu, Süveyş Kanalı’nı, Akdeniz'i vb. çıkartırsanız çok fazla büyük bir gücü de yok.
Güçlü bir eliti var, Arap Dünyası için önemli bir edebi merkezdir. Tarihsel referansları var. Bugünkü güncel anlamda yüksek teknoloji içeren eğitimli ve donanımlı bir insan kaynağına ve böyle bir kültüre sahip değil. Gücü ölçüsünde etki etmeye çalışacaktır. Bölge ülkelerinin en büyük açmazı, küresel fotoğrafı okuyamamaları diye düşünüyorum. Çünkü bu küresel kapitalist iş bölümünden güçlü pay alan ülkeler bu krizi bir şekilde atlatacaktır. Arada kalan ve tamamına yakını Türk ve İslam dünyasından olan 100’e yakın ülkenin; 10 yıl sonra ne olacakları, nerede olacakları, var olup olmayacakları konusunda ciddi riskler var.