“Mezhep, Din, Etnisite“ ve Antakya
Dini, mezhebi ve etnik çatışmalar, insanlar arasındaki gerçek farklılıkların tezahürü gibi ifade edilip, derin ve uzun vadeli etkileri olan “ötekileştirme“süreçlerini tanımlamakla birlikte, hemen her zaman, genel olarak kaynaklar ve özel olarak toprak ile ilgili iktidar ve güç mücadelelerini yansıtır. Ama Hatay ve Antakya, havasından, suyundan, bereketli toprağından ve en önemlisi özünde çatışma değil, uzlaşma kültürü olan halim selim insanından dolayı hep uyum içinde yaşamış ve bunu hala sürdüyor.
Farkı Tefrik ve Takdir Etmek
Farkı tefrik, ama aynı zamanda takdir etmek, uzlaşmaya giden yolun başlangıcı olmalı. Antakya bana her gidişimde bunu hatırlatıyor. İnsanlık tarihi kadar eski tarihlerinde, aynı ovayı, aynı ırmağı ve dağı paylaşırken farklarının hep tefrikinde olmuşlar. Ama o farkları, dağdaki bir ağacın altında buluşturmayı başarabilmişler.
Bana Musa dağındaki ulu anıt çınarın altında anlatılanlardan, farklılıklarını sevdiklerini ve paylaştıklarından öte “aynı“lığı istemediklerini anlıyorum. Mükrim Hıdırbey köylülerinin “biz Türkmeniz ama Araplar da var. 2 kilometre daha gidin orada Ermeni köyünü bulursunuz. Onlara da gidin çok misafirperverdirler“ derken, komşu köye duydukları vefa ve onların temiz, titiz düzenlerine gösterdikleri takdir, beni etkiliyor. Demek ki farkı tefrik, ama aynı zamanda takdir etmek önemli. Ama kıyasıya tenkid etmemek, olduğu gibi kabul etmek, tehdid etmemek ve kendisine karşı tehdid olarak görmemek çok önemli.
Musa Dağı’ndaki Ulu Ağaç: Hıdırbey için Çınar, Vakıflı için “Sosi“
“Eskiden 6 köydüler. Sonra çoğu gitti. Bir Vakıflı kaldı, bir de Yoğun Oluk köyünde yaşayan tek bir kişi“ diyor Hıdırbey köylüleri. Bunu anlatırken değiştiremeyecekleri bir geçmişe, ön yargısız, abartısız bir kısa atıf yapıp geçiyorlar. Onlar farklılıklarını ahenk içinde, Hazreti Musa’nın asasından köklenen çınarla veya Ermenice adı olan “sosi“ ile ebediyete kadar sürdürebileceklerine inanıyorlar. Bizi işte bu kökü çınar kadar güçlü dostluk inancıyla Vakıflı’ya selametliyorlar.
Bizi Vakıflı’ya varınca önce yol boyunca serpilmiş iri güller karşılıyor.Sonra yerli yabancı turiste alışık Vakıflı köylüleri. Tertemiz bir kahvede oturup, sohbet ediyoruz. Portakal çiçeği şerbetlerini yudumlayıp geçmişe kısa bir göz atıyoruz. Nereden geldiler? Neden bu dağa yerleştiler? Ne zamandır buradalar? Neyi sever ve isterler? Anlatılanlar Hıdırbey’den bazen farklı. Ama onları birbirine bağlayan ortak payda çok güçlü.
Köye gelen giden hatırı sayılır sayıda turist var. Herkeze özenle hizmet veriyor ve hediyelik eşyaları tanıtıyorlar.Bir- iki bir şey alıyor, sonra ilk defa 1890 da inşa edilip, 1996 da yeniden onarılarak hizmete açılan Meryem Ana kilisesini(Surb Astvatsatsin) ziyaret ediyoruz. Dudaklarımızda kendi bilindik dualarımızla, onların mumlarını yakıyoruz. Hem kendimiz ve yakınlarımız, hem bu topraklardaki dostluğun devamı için dilek diliyor ve Vakıflı’dan ayrılıyoruz.
Dönüş Yolundaki Kuşbakışı Menazir ve Aklımıza Gelenler
Vakıflı’dan bayır aşağı inen yol, önümüze eşsiz bir deniz manzarası seriyor. Gözümüz Samandağ kıyılarından Kesep’e kayıyor. Ufukta Suriye topraklarını görmek, aklımıza yine orada yaşanan acıları getiriyor. Bunların din ve mezhep kavgası olarak gösterilmesinin, Allaha ve dine karşı yapılan bir haksızlık olduğunu düşünüyoruz. Hemen arkamızdaki dağda, insanların farklı din, dil ve mezheplerden yarattıkları uyumlu dokuya karşı, önümüzdeki ovada yaşananları düşündükçe keyfimiz kaçıyor.
Tüm din kitaplarının menkıbelerle vermeye çalıştığı ibret derslerini nasıl öğrenmediklerine hayıflanıyoruz. Paylaşamadıkları kozları, dine ve imana faturamalarına içerliyoruz. Kökü Habil ve Kabil arasındaki tamah ve kıskançlığa kadar uzanan uzlaşmazlıkların aslında nimeti de, külfeti de adil paylaşamayan insanların eseri olduğunu bir kez daha hatırlıyoruz. Kötü huyların, din ve dinlerin yorumu olan mezheplerin çatışması biçiminde takdim edilmesinin ne büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyoruz.
Suçu Dine ve Mezhebe Yüklemenin Günahı ve Gönlümüzden Geçenler
İnsanların uzlaşmama konusundaki kararlılıkları, eğer uzlaşma zeminleri arama iradelerini aşıyorsa, bu ne dinlerin, ne de mezheplerin sorunu. Kusur mutlaka insanların dinleri ve mezhepleri anlayamama ve amacından saptırıp çığrından çıkarmasında ve kutsal kitapların ortak öğretisinden ibret almama, alamama inadında. Aynı coğrafyada bulunan Musa dağında, bir grup insanı barış içinde yaşatan sessiz uzlaşmanın, çölleri,nehirleri aşıp, ovalara yayılmasını, hatta çok daha da uzaklardaki Musa Vadisine uzanmasını kalbimizden geçirerek, konferansa dönüyoruz.
Genç bir konuşmacı, Anadolu’nun en zor zamanlarında, barışı güvence altına almak için benimsenen uzlaşmacı Sufi inanç ve geleneklere vurgu vuruyor. Karşılıklı sevgi ve saygı ile kıtlığı – bolluğu, zorluğu- kolaylığı adalet duygusu ile paylaşmak, işin özü diye düşündürüyor. Bir de herkezi olduğu gibi kabul edip, din, dil, ırk ve renk ayırımı sorgulamadan liyakat, erdem ve ahlaka(çalışma, meslek ve mesleki ahlak anlamında) önem vermenin önemini hatırlıyoruz.
Velhasıl, TASAM’ın Antakya Valiliği himayesinde düzenlediği “Mezhepler, Din ve Etnisite“ konferasının benim düşün dünyama katkısı bu. Düşlettiği ise Musa dağı benzeri bir dostluk bağının her yere ve yöne yayılması.
Özel Not:Bizi Musa Dağına götürme nezaketinde bulunan Sayın bir “Antakya Gönüllüsü“ ve Gönül adamı Tahir Dönmezer beyefendiye mahsus teşekkürlerimle