KKTC: Eyalet mi, Devlet mi?
1983’de bağımsızlığını ilan eden KKTC’nin geçen 34 yılda sayılamayacak kadar çok nedenle gerçek bir devlet özelliği kazanamadığı açıktır. Sürekli Türkiye’nin vesayeti altında eyalet görüntüsü veren KKTC’nin bu durumdan çıkamamasının en başta gelen sebeplerinden biri siyasi olarak tanınamaması, sürekli ekonomik ve ambargo altında kalmasıdır. Ancak bunların dışında kalan süratle uygulanabilecek basit uygulamalar da hayata geçirilememiştir. Örneğin; Milli bir marş bestelenememiş, milli bir üniversite kurulamamış, azınlık statüsündeki İngiliz ve Marunîler’in KKTC meclisinde temsili sağlanamamıştır.
Makalenin bundan sonraki bölümleri, geçen yıl (Nisan 2014) yaptığım Kıbrıs ziyareti sonrasındaki, gözlemler ve incelemeler sonrası kaleme alınmıştır. Bugüne ışık tutan bir yıl önceki değerlendirmelerimi dikkatinize sunuyorum.
KKTC Türkiye’nin Vesayeti Altında mı?
Türkiye, Kıbrıs Türklerinin canını, malını, ırzını ve namusunu kurtarmıştır. Onların yeni bir devlet kurmalarına yardımcı olmuş ve tanımıştır. Halen KKTC’nin güvenliğini Ada’daki Türk askeri sağlamaktadır. Türkiye, KKTC bütçesine her yıl önemli oranda karşılıksız yardım sağlamaktadır. Nüfus kâğıdı ile giriş yapma kolaylığına sahip Türk turistler de KKTC’de önemli bir gelir kaynağıdır. Türkiye, yol, baraj, sulama kanalları, liman gibi birçok alt yapı projelerini finansa etmiş veya bizzat yapmıştır. 2014 yılı içinde Türkiye’den su getirilmesi de gerçekleşecektir. Bu bile başlı başına KKTC için radikal bir jeopolitik değişimdir.
Türkiye, ambargo nedeniyle KKTC’nin satamadığı birçok ürüne kendi pazarını açmıştır. Özetle KKTC ile Türkiye simbiyotik bir ilişki içindedirler. Ancak gözden kaçırılmaması gereken, ama kaçırıldığı açık olan çok önemli bir nokta vardır. 1974’den bu yana devam eden Türkiye Kuzey Kıbrıs ilişkisi 2008’den itibaren farklı bir boyut kazanmıştır. Türkiye’ye güvenlik ve ekonomik bağlamda muhtaç olan KKTC, bulunan yeni enerji kaynakları ile Doğu Akdeniz jeopolitiğinde başat aktörlerden biri olma konumuna yükselmiştir. Bu bağlamda Türkiye KKTC ilişkileri, tek taraflı, Türkiye’nin dikte ettiği koruma ve ekonomik yardım boyutundan, Türkiye’nin bölgesel hayati stratejik çıkarları için KKTC’ye bağımlı olduğu bir boyuta evirilmiştir. Bu noktada Türkiye açısından KKTC’nin vazgeçilmezliği, sadece güvenlik yönüyle değil, bölgesel bir güç olma yönüyle de hayati bir önem kazanmıştır. Özetle KKTC, Türkiye’nin güvenliği ve bölgedeki stratejik çıkarları yönüyle 1974 ve öncesinden daha vazgeçilmez bir konuma gelmiştir. Bunun anlamı, artık Türkiye’nin KKTC ile ilgili doğrudan veya dolaylı politika ve stratejilerinde dikte edici ve yönlendirici değil, bağımsız bir devlete karşı yürütülmesi gereken eşitlikçi bir davranış içinde olması gerektiğidir. Artık KKTC, yardım ve himaye edilmesi gereken bir devlet statüsünden, gerçek bir simbiyotik ilişkinin gerektirdiği ortak çıkarlar için ortak kararlar alınması gereken bir devlet konumuna gelmiştir. Özetle “yavru vatan“ “ana vatan“ söylemi “kardeş vatan“lara dönüşmüştür.
Ancak; KKTC de artık silkinerek gerçek bir bağımsız devlet olmanın gereklerini yerine getirmelidir. Öncelikle KKTC’ye has bir ortak kültür ve ideoloji yaratmalıdır. Süratle bir milli marş edinmelidir. Potansiyel güçlerini harekete geçirerek ekonomik alanda kendi kendine yeterli hâle gelmeye çalışmalıdır. Dört bin İngiliz asıllı vatandaş ile Marunîlere mecliste temsil hakkı vermelidir. Tanınmamasına rağmen yabancı sermayeyi cazip kılacak projeler geliştirilmelidir. Bölgedeki böylesine önemli radikal jeopolitik değişikliklere rağmen KKTC, yeni yol haritasını mutlaka Türkiye ile birlikte çizmelidir. Çünkü askeri gücü yoktur. Rumların güven konusundaki testleri olumsuz çıkmıştır. Türkiye’nin de Kıbrıs Türklerini psikolojik ve yaşam kültürü yönüyle rahatsız edecek politika, söylem ve uygulamalara izin vermemesi uygun olacaktır. Bunun yerine iki ülke bölgesel ortak çıkarlara odaklanmalıdır. 12 yıldan beri Türkiye’de yaşanan muhafazakârlaşma sürecinin bir şekilde KKTC’ye de yansıtılmaya çalışıldığı dile getirilmektedir. Son zamanlarda, Kıbrıs Türklerinin inanç ve günlük yaşam bağlamında şikâyetleri var. Türkiye’deki hükümetin dolaylı telkinleri ve desteği ile yaygınlaştığı söylenen İmam Hatip Liseleri ve Kuran kurslarını 450 yıllık yaşam kültürlerine müdahale olarak görenler ve Türkiye’deki mevcut hükümetin KKTC’de din baskısı uyguladığını söyleyenler de vardır.
Türk Ordusu Niçin Kıbrıs’ta
Dünyada, bölgede ve hatta Kıbrıs’ta en çok sorulan sorulardan biri de, Türk ordusunun 40 yıldan bu yana neden hâlâ Kıbrıs’ta olduğudur. Cevap; tatmin edici, güven verici ve sürdürülebilir bir siyasal sonuç alınamadığından. Rum potansiyel tehdidi, kısaca savaş hâli devam etmektedir. Bu nedenle Türk ordusu;
· Adadaki dört asrı aşkın Türk kültür ve mirasını korumak için
· Türk topraklarını, İngiltere gibi emanete hıyanet edeceklerden korumak için
· Türklerin yeni bir soy kırıma uğramalarını engellemek için
· Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin geleceğini garanti etmek için
· Türkiye’nin Ege, doğu Akdeniz ve Karadeniz’deki güvenliğini ve stratejik çıkarlarını garantiye almak için
· Avrupa ve Rumların geçmişte yaptıklarından ders alındığı için
· Güvenli, kabul edilebilir ve sürdürülebilir bir barışın yolunu açmak için Ada’da
bulunmaktadır
İsteyen başka gerekçeler de ilave edebilir. Türk ordusu çekilirse, Türk toplumu yaklaşık üç katı nüfusa sahip ( bir milyonun üzerinde) Rumlarla ve onun 2 tümen ve 4 tugaydan oluşan askeri gücü ile karşı karşıya kalacaktır. Bunun anlamı, çözümü yokuşa sürmek ve Türkleri egemenlikleri altına almak için Rumların eline eskiden sahip oldukları tüm kozları geri vermek demektir.
KKTC Yönetimleri Başarılı mı?
Otuz yılı aşkın süre içinde birçok hükümet görev yaptı. Hiç şüphesiz kuruluşu ve takiben yapılan işlerde Rauf Denktaş’ın katkısı çok büyüktür. O, Kıbrıs Türkü için kahraman bir liderdi. Rumların bütün oyunlarını boşa çıkarttı. Türkiye ile birlikte bu günlere gelindi. Halen KKTC’de 15 faal siyasi parti var. Yaklaşık 300 bin nüfuslu KKTC’de parti başına 20 bin kişi düşüyor. Mecliste 50 milletvekili sandalyesi var. Burada da her partiye yaklaşık 3 milletvekili düşüyor. Böylesine bir siyasi yapı çok sesli demokratik bir toplumun yansıması olarak düşünülebilir. 2013 seçimlerinde meclise 4 kadın girdi. Bu % 8 eder. Türkiye’de ise bu oran %14. KKTC’de kadın milletvekillerinin sayısının artmasında fayda var kanaatindeyim.
Güncel düşünce ve değerlendirmelerime gelince, edindiğim intibaa, KKTC’nin idari yapısının yeterli hızda hizmet üretemediği şeklindedir. Bakanların çoğu kaynak eksikliğinden şikâyet etmektedir. Türkiye’nin sürekli destekleri mi yetersiz kalıyor, yoksa yönetimsel bir zayıflık
mı var? Bunu sorgulamalıyız. Faaliyetleri kısıtlayan yasal ve hukuki yetersizlikler varsa bunlar meclis eliyle giderilebilir. Ancak idari yavaşlıklar yönetimlerin sorunudur. Buna belediyeler de dâhildir. Bir akşamüstü Girne’de kıyıda dolaşırken kötü bir koku ile denize deşarj yapılıyordu. Aynı bölgede ise TC yardım heyetinin finanse ettiği alt yapı çalışması vardı. Sanırım hala bitmemiştir. Geçenlerde Genç Türk adlı televizyon kanalındaki bir programdan öğrendiğim kadarıyla Türkiye’de bile 3-4 tane olan ve yapımı 2012’de bitirilen Tarımsal Referans Laboratuvarı hala atıl durumda. Aynı programda Tarım Bakanı ise kurak geçen yıl nedeniyle tohum ve yem ihtiyacı için kaynak lazım diyordu. Konuştuğum birkaç
Türk öğrenci ise, sağlık hizmetlerinden şikâyet ediyordu. Acile başvurduğunda röntgen teknisyeninin olmadığı, evinden çağrıldığını, eczanelerin nöbetçi olmalarına rağmen saat 20’de kapattıklarını söylediler. KKTC’de yaşamadığım için diğer konularda fikrim yok.
Bunları orada yaşayanlar değerlendireceklerdir. Ancak şunu söylemek sanırım mümkün. KKTC’deki bu idari yapının siyasi partilerle doğrudan bir ilgisi olmadığını, aslı sorunun toplumsal yapı içindeki (hükümet, muhalefet, üniversiteler, hastaneler, belediyeler, sendikalar, sivil toplum kuruluşları vb.) tüm mekanizmaların daha hızlı bir karar alma ve uygulama eksikliği olduğunu düşünüyorum. Özetle yönetimsel sistemin yeniden
yapılandırılması gerektiğini değerlendiriyorum.
Kıbrıs Sorunu Yoktur, KKTC’nin Tanınma Sorunu Vardır
Edindiğim izlenimlere göre, KKTC’deki eski ve yeni siyasilerin çözüm konusunda netleşmiş bir fikirleri yok. Ancak genel olarak iki bölgeli federal bir yapıdan yana oldukları söylenebilir. Aslında çözülecek bir sorun da ortada yok. KKTC ve Türkiye açısından tek sorun KKTC’nin tanınmasının sağlanmasıdır. Rumlar da hayatlarından memnunlar. O zaman çözümü isteyenler kim ve neden bir çözüm diye dayatıyorlar? Kıbrıs’ı sorun olarak görenler, Ada üzerinden bölgede giderek güçlenen Rusya ve Türkiye’nin stratejik konumunu kırmayı amaçlayan ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve İsrail’dir. Bunların da kendi aralarında tam bir mutabakat içinde oldukları söylenemez. Evvel Allah hem Rumlar hem de Türkler hayatlarından memnundurlar ve 40 yıldan bu yana Adada barış vardır. Bence Türkiye ve KKTC’nin hedefi mevcut durumun, yani bağımsız bir KKTC’nin varlığının devam ettirilmesi olmalıdır. Ve KKTC bu zamana kadar ihmal ettiği devlet olmanın gereklerini yerine getirmelidir. KKTC açısından sorun olan bu tanınma sorununun çözümü ise, KKTC’nin ekonomik olarak kendi kendine yeterli hale gelmesinde yatmaktadır. Kendi kendine yeterli bir KKTC, istenileni ve dayatılanı değil, istediği çözümü dikte edebilir. Cazibe merkezi haline gelecek bir KKTC, kolayca
tanınabilir. Böylece bağımsız statüde varlığını sürdürebilir. Edindiğim intiba, KKTC siyasilerinin federal bir yapı içinde AB şemsiyesine girme düşünceleri ve eğilimlerinin ağır bastığıdır. Çünkü KKTC, 40 yılda gerçek bir Devlet olma yolunda kendine özgü değerler yaratarak ilerlemek yerine, her an diğer tarafla birleşmek üzere Eyalet olarak kalmayı tercih etmiş bir izlenim vermektedir. İlla ki dayatılan bir pazarlık sürecine girilecekse dikkat edilmesi gereken kıstaslar şunlar olabilir:
· Kıbrıs’taki Rumlar ile Türkler arasındaki siyasi anlaşmazlık; 1960’dan bu yana yaşanan iz bırakıcı acı veren olaylar nedeniyle, iki toplum arasında derin, kalıcı ve geri dönülmez psikolojik bir travmaya dönüşmüştür. Hangi çözüm olursa olsun, geriye dönüşün mümkün olmadığı bilinci içinde hareket edilmelidir.,
· Maddi kazanımlardan çok, insan odaklı çözümlere öncelik verilmelidir
· Zamanlama ve kapsam olarak Kıbrıs için dayatılan, dikte edilen veya talep edilen çözümün, aslında küresel güçlerin çıkarları doğrultusunda şekilleneceği, Kıbrıs’ın asıl sahibi Rumlar ve Türklerce iyi bilinmelidir.
· Bu çözümün en temel amaçlarından birinin, Rusya’nın bölgedeki ve Güney Kıbrıs’taki varlığına son vermek ve Türkiye’nin bölgedeki gücünün zayıflatılması olduğu unutulmamalıdır.
· Doğu Akdeniz’de yeni keşfedilen enerji kaynakları bağlamında İsrail’in de Kıbrıs ile ilgili planları dikkate alınmalıdır
· Türkiye’nin garantisinin olmadığı bir çözüm kabul edilmemelidir
· Ada’da Türkler ve Rumlar arasındaki askeri denge mutlaka gözetilmeli, bu bağlamda bir miktar Türk askeri Ada’da kalmalıdır
· AB’de birleşilecek bir çözüm olursa, TC vatandaşlarının şimdi olduğu gibi KKTC’ye gidiş gelişleri sağlanmalıdır. Çünkü eğitim, eğlence ve turizm de, Türklerin önemli katkıları var
· Karpaz bölgesi, hayati jeostratejik konumu nedeniyle pazarlık konusu edilmemelidir. Bu yarımadadan terk edilecek en küçük toprak parçası hem KKTC hem de Türkiye’nin güvenliği ve stratejik çıkarları üzerinde büyük etkiler yaratabilir.
· Maraş, Rumlara verilecekse, karşılığında Yeşilırmak – Erenköy arasındaki toprak parçası talep edilerek Erenköy’ün KKTC ile bütünleşmesi sağlanmalıdır.
· AB içinde bir çözüm olursa, KKTC bir süre TL’de kalmalı, duruma göre Avro’ya geçmelidir