Tunus olaylarını ıskalayan Dışişlerimiz, bölgede çok daha büyük ve önemli tablo olan Mısır karşısında da neredeyse bir haftadan fazla bir zaman sessiz kaldı. Sonunda, işin ortasından girilmek suretiyle, bahse konu ülkedeki yönetime uyarıda bulunuldu ve ‘ halkın sesini dinleme ve taleplerini dikkate alma ‘ istemi altında Başkan Mubarek’e dolaylı olarak ‘ artık git ‘ denildi. Halbuki şimdilerde Mısır’da taraflar fiilen ordunun gözetiminde bir araya gelip konuşmaya başladılar. Yani kriz sıcaklığını yavaş da olsa kaybetmeye ve hatta soğumaya başladı bile.
Bu süreç, bizim gibi dışarıdan hüküm verenler açısından izlenemez ve kestirilemez miydi ? Elbette kestirilebilirdi; beyanı şartla ki, başından itibaren kriz iyi yönetilebilmiş olsaydı.
Bilinen ve yerleşik uygulamaya göre, benzeri hallerde tüm kanallar açık tutulur ve elde edilen bilgiler kendi ölçüleri içinde bir bir değerlendirilir.
Bir açıklama yapılacaksa, başlıca iki şeye özenle çok dikkat edilir; Bunlardan birincisi, bahse konu ülkenin iç işlerine karışılmakta olduğu izleniminin verilmesinden kesinlikle kaçınılması gereğidir. Aslında bu vecibe, Birleşmiş Milletler yasasında açıkça yer almış bulunduğu gibi, BM’den çok önceleri temelleri atılmış olan Türk dış politikasının da vazgeçilmez ögelerinden biridir. İkinci ve önemli husus da, atılacak adımların, söylenecek sözlerin ülke siyasetinde, sırası geldiğinde başvurulabilecek bir örnek, emsal teşkil etmemesidir. Netekim gerek Mısırdan, gerekse içeride bazı çevrelerden gelen tepkilere bakılırsa, değerlendirme yapılırken, üzerinde durulan bahse konu temel icaplara pek özen gösterilmediği anlaşılıyor.
Diplomasi herşeyden önce bir inşa sanatıdır. Bunda ferdi ve yerel olmaktan çok, genellikle entegre düşünülür; adımların bütünlüğü esastır. Yoksa yapılan tahribatı onarma ve telafi için sonradan girişilen çabaların, halk arasında söylendiği gibi ‘ arkadan atılan taşlar sadece topuğa değer’ misali, işin özüne bir faydası olmaz.
Türkiye Orta Doğu’da söz ve etki sahibi olmak istiyorsa, bunu tek başına yapmaya kalkıp, olası tepkileri davet edeceğine, müttefikleriyle birlikte yapabilmelidir. Bu müttefikler, ayni değerleri paylaşan ülkeler arasından seçilmelidir. Aksi halde, savunulmak istenen doğrular, iyi seçilmemiş müttefiklerin yanlışları ile bir bir kararabilir.
Elbette Türkiyenin bir Arap politikası olmalıdır. Ancak bu politika, geçmiş yıllarda denendiği ve başarılı sonuçlar verdiği üzere, iktisadi ve ticari ağırlıklı olmalıdır. Yoksa, Türkiye Araptan çok Arap gibi davranmak suretiyle, araplararası uyuşmazlıklarda taraf olmaktan kaçınmadığı sürece, kendisini, bu uyuşmazlıkların derunundaki karmaşık motiflerin çevrelediği sonu belli olmayan labirentlerin içinde bulabilir.
Mısır olsun, Tunus olsun, bu ve benzeri ülkelerdeki yıllanmış yönetimlerin kendilerini, ortaya çıkan halk hareketleri karşısında, kısa zamanda reforme etmelerini beklemek pek gerçekçi olmaz. Öte yandan, olayları başlatan geniş kitlelerin sosyo ekonomik yapısını da gözden uzak tutmamak gerekir. Önemli olan, bu toplumlara demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerlerde iyi örnek oluşturabilmektir. Bu da zaman ve anlayış gerektiren bir süreçtir.
Diplomasimiz bu hassas aşamada, fevri ve suçlayıcı hedef belirlemek yerine, nüansların çizdiği ince ve uzun yolda, etrafı dağıtmadan, sabırla yürümesini bilebilmelidir. (asula@ttmail.com)
Kriz Yönetimi
Tunus olaylarını ıskalayan Dışişlerimiz, bölgede çok daha büyük ve önemli tablo olan Mısır karşısında da neredeyse bir haftadan fazla bir zaman sessiz kaldı....
Bu içerik Marka Belgesi altında telif hakları ile korunmaktadır. Kaynak gösterilmesi, bağlantı verilmesi ve (varsa) müellifinin/yazarının adı ile unvanının aynı şekilde belirtilmesi şartı ile kısmen alıntı yapılabilir. Bu şartlar yerine getirildiğinde ayrıca izin almaya gerek yoktur. Ancak içeriğin tamamı kullanılacaksa TASAM’dan kesinlikle yazılı izin alınması gerekmektedir.