Türkiye’nin Afrika açılımına ilk başlarda damgasını vuran dahiyane diplomatik atılım ticari ilişkileri geliştirmiş, bunu da KOBİ’lerin gözü-kara doğrudan yatırımları takip etmişti. Acemilik döneminde ticaret ve yatırımların el yordamıyla yapılması kaçınılmazdı. Bir sonraki aşamada ise, kaynakların daha etkin kullanımını sağlayacak sektörler temelinde tamamlayıcılık çerçevesinde çizilen politika uygulamaya kondu. Böylece hem Afrikalılar hem de Türkiye için pozitif getirilerin sağlandığı bir yol izlendi. Şimdi bir sonraki aşamanın eşiğindeyiz. Afrika’yla ilişkilerin yeniden tanımlandığı ve belki de en zor gerçekleştirilecek dönemeçteyiz.
Bu bağlamda Türkiye’den üst temsil düzeyinde Doğu Afrika’yı kapsayacak gezinin yapılması son derece önemli. Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığındaki Türk heyeti yeni ilişkilerin temelini atacak bir takım girişimlerde bulunacak. Bunlardan bazıları sembolik değer taşıyan ama önemli bir kısmı da yeni ilişkilerin nasıl bir yol haritasında ilerleyeceği sinyalini verecek girişimler olacak. Örneğin, Somali’de yaptırılan ve belki de Afrika’daki en modern ve donanımlı hastane hizmete açılacak. Gene Mogadişu’da modernize edilen havaalanı hizmete sokulacak. Etiyopya’da bazı hizmet binalarının açılışı yapılacak, sanayi bölgesinin temelleri atılacak.
Türkiye bugüne kadar yumuşak gücün inşası bağlamında bir takım girişimlerde bulunmuş, Afrika kıtasında başka hiçbir yerde olmadığı süratte kendi varlığını inşa etmeye çalışmıştı. THY’nın kıtaya uçuş noktalarının ve sayılarının artışı, TİKA’nın pek çok Sahra-altı ülkede ofis ve temsilcilik açması, diplomatik temsilin doğrudan gerçekleşmesini kolaylaştıracak sayıda büyükelçilik açılması ve eğitim-araştırma alanlarında karşılıklı işbirlikleri bu anlamda olumlu destekleyici gelişmelerdi. Türkiye Afrika kıtasına en fazla yardım sağlayan ülkeler arasında anılmaya başlandı. KOBİ’lerin yatırımları çerçevesinde giderek artan büyüklükte bir nüfus da Afrika kıtasına taşındı. Bunların yanısıra kıta’da faaliyet gösteren yardım kuruluşları ile Türk okullarını da Türkiye’nin yumuşak gücüne yaptıkları katkı oranında anmamız gerekir. Tüm bu gelişmeleri taçlandıran ise, Türkiye’nin karşılıklı çıkara dayalı, diplomatik terbiye kuralları içinde “Afrika sorunlarına, Afrikalı çözümler“ üretmeye yardımcı bir tavır sergilemesiydi.
“Yeni Dönem, Yeni Strateji“
Şimdi başka bir dönem başlıyor. Türkiye – Afrika ilişkilerinde başlayan bu yeni dönemi ülke içinde paralel yapı ile süregiden siyasi ve hukuki çekişmelerin Afrika kıtasına taşınması olarak yorumlanması isabetsiz olacaktır. Türkiye’nin Afrika açılımı çok daha kapsamlı ve karmaşıktır. Bu yeni aşamanın, Türk sanayiin, ticaretin, diplomasinin, dünya işbölümü içinde Türkiye’nin kendine çizdiği rolle bağlantılı olarak yorumlanması daha doğrudur. “Yeni Türkiye“’nin “yeni Afrika açılımı“’dır söz konusu olan.
Genel olarak sorunlu olan bir kıtayla ilişkilerden bahsettiğimizi belirterek devam edelim.
Afrika kıtasının sorunlarının pek çoğu, güvenlik, sağlık, eğitim, üretim, kaynak israfı gibi, devletlerin önemli bir kısmının devlet olma kapasitelerinin yetersiz olması nedeniyle çözümlenemiyor. Kıtadaki pek çok zayıf devlet ne güvenlik, ne sağlık ne de kaynak kullanımı sorunlarına cevap verebiliyor. Bu devletlerden bazıları ise devlet olma fonksiyonlarını yerine getiremeyecek kadar dağılmış durumda. Başkent Mogadişu’nun caddelerini asfaltlayan, elektrik şebekesini kuran Türkiye’nin, kıtaya girme noktası olarak gördüğü, Afrika boynuzunda stratejik öneme haiz Somali bu tür devletlere bir örnek. Üç parçaya ayrılma tehlikesi içinde olan bir devlet Somali. Bu yüzden en fazla doğrudan terör saldırısına orada uğruyor Türk girişimi. Rekabet eden güçler Türkiyenin katma değer yaratan varlığından rahatsız oluyor besbelli.
Şüphesiz Somali’nin sorunları, Somali’nin kendi özgün geçmişine ait. Aynı deneyim koca kıtadaki elli beş ülkede tekrar ediyor diye bir genelleme yapmamız doğru olmaz. Tek tek ülkelerin kendi iç dinamikleri, kendi özgün tarihleri ve kültürleri var. İki binin üzerinde dilin konuşulduğu bir kıtadır söz konusu olan. Bu ülkelerin kendi özgün tarihleri, sorunları, ekonomik ve siyasi dinamikleri ayrı ayrı ele alınmalı.
Türkiye’nin bugüne kadar kıtaya yaklaşımı tek tek ülkelerle ikili anlaşmalar yapmak suretiyle gerçekleşiyordu. Aslında bu son derece kıymetli ve vazgeçilmez bir yaklaşım. Gerçekten de Türkiye’nin tek tek ülke temelinde ticari ve ekonomik ilişkiler geliştirmesi gerekiyor. Ancak bunun yeterli olamayacağı Afrika gerçekliği gözönünde bulunduruludğunda açıklık kazanır. Kıta’nın pek çok sorunu ülkelerin sömürgeciler tarafından çizilmiş olan sınırlarının ötesine çok kolay taşındığı biliniyor. Özellikle iç savaşlar, kıtlık, açlık, yoksulluk son derece kolaylıkla taşabiliyor. Ayrıca pekçok sorunun kaynağı olan geleneksel sömürgeciler de kıta’dan çekilmiş değiller.
Afrika’nın Sorunlarının Kökü Dışarıda
Ancak Afrika’nın sorunlarının büyük kısmının birbiriyle benzerlik gösterdiğini de teslim etmemiz gerekir. En temelde yatan sorun ise Afrika’nın sorunlarının büyük kısmının Afrika’nın içsel dinamiklerinin ürünü olmaması. İç savaşların, salgın hastalıkların, temiz su elektrik gibi hizmetlere ulaşamamanın, yoksulluğun yaygın olduğu bir kıtadan bahsediyoruz. Tüm bunlara neden olan iki büyük travma yaşamış olan bir kıta bu: sömürgecilik ve köle ticaretinden kaynaklanan travmalar. Modern zamanlarda ise Afrika kıtasının temel sorunu dünya ekonomisine eklemlenme biçimiyle ilgili olarak Afrika’nın aleyhine yaratılan bir durum söz konusudur.
Afrika dünya’ya petrol, doğal gaz, değerli madenler, elektrik ve elektronik ürünlerinde kullanılan ham madde ve birincil meta satıyor. Buna karşılık dünyadan mamul madde satın alıyor. Emek verimliliği bağlamında daha düşük emek verimliliğini daha yüksek emek verimliliği ile takas ediyor. Ortaya çıkan eşitsiz değişim Afrika kıtasının daha da fakirleşmesine, ticaret hadlerinin, yani ihracatın ithalatı karşılama oranının kötüleşmesine neden oluyor. Kısaca Afrika’nın dünyada rekabetçi üstünlüğü yok veya çok az. Dünyadaki en fakir on ülkenin çoğu Afrika da. Durumu daha da kötüleştiren, IMF ve Dünya Bankasının dayattığı, borç ve yardım bağımlısı ülkeleri zayıflatan, güçsüz devletleri daha da güçsüz yapan neo-liberal politikaları da, bir ek etmen olarak analım.
Öte yandan son beş senedir dünyada en hızlı büyüyen on ülke arasında da Afrika’dan ülkeler bulunuyor. Bu hızlı büyüme ise Çin, Hindistan, Türkiye ve Brezilya gibi yükselen ekonomilerin Afrika kıtasının ürettiği birincil ürünlere olan taleplerindeki artışa dayanıyordu. Ancak son zamanlarda başta petrol olmak üzere bu ürünlerin fiyatları düşmeye başladı. Çünkü bu ürünlere olan talep, büyüme hadlerinin düşmeye başlamasıyla azaldı. Çin ve Hindistan artık eskisi kadar hızlı büyümeyecek. AB ciddi bir duraklama içinde, tüketimi kısıp tasarrufları arttıracak bir deflasyonist tehditle karşı karşıya. Japonya resmen iktisadi resesyonda, Rusya’da petrol fiyatları genel bir gerilemeye neden oldu ve ilah. IMF dünya büyüme beklentisini 2015 ve 2016 seneleri için aşağıya çekti. Şayet bu gerçekleşirse Afrika ihracat gelirleri daha fazla darbe yiyecek. Afrika kıtasının da genel olarak gelirlerinin düşmesine neden olacak.
Afrika kıtasının bu anlamda sorunları tek tek ülke bazında da birbirine benzerlikler arz ediyor. Bu sorunlarla baş edebilmek, güçlerini birleştirerek dünyada rekabet edebilmek için ülkeler bir araya gelip Afrika Birliğini kurdular. Bu birlik, kıtanın önceliklerine göre kıtaya giren sermayeyi yönlendirecek, ticaret ve yatırım politikalarını biçimlendirecek, güvenlik ve yardımlar konusunda insiyatif geliştirecek kurumsal bir oluşumu temsil etti. Bu kadar geniş bir kıtada bahsedilen bu yönlendirmeler alt bölgelere göre de şekillendi. Ayrıca Afrika Kalkınma Bankası, Afrika Güvenlik Konseyi gibi alt kuruluşların da oluşması kaçınılmazdı. Kıta karşılaştığı sorunların ağırlığı nedeniyle “birlikten kuvvet doğar“ ilkesini benimsedi.
İngiltere’nin eski Başbakanı Tony Blair’in “insanlık hafızasında kara bir leke olan Afrika kıtası“ söylevinden sonra, kıtanın ortak sorunlarına ortak çözümler arayan Afrika Birliğinin oluşumunda ve işlevselliğinde kıtadaki geleneksel sömürgeci güçlerin de dahli bulunuyor. Daha doğru bir deyişle yeni sömürgeciliğin bir aracı olarak Afrika Birliği kurumsal ete kemiğe büründü, işlevsellik kazandı. Kısaca söylemek gerekirse, sayıları bir hayli fazla olan tek tek zayıf ülkenin dünyadaki pazarlık gücünün arttırılması için barışçıl yollardan bir araya gelip ortak bir akıl etrafında kurumsal yapılarını oluşturması Batılılar için de mantıklı olan bir çözümdü. Bu aynı zamanda geleneksel sömürgeci güçler için sorunlara daha ucuza ve sıcak çatışmalara başvurmadan çözüm bulmanın bir aracıydı.
Bir yanda tek tek ülkelerin öncelikleri diğer yanda bir birlik olarak hareket etme yolunu seçmiş olan Afrika…
Bu bağlamda Türkiye gibi kıtaya göreceli yeni giren bir ülkenin Afrika Birliği ile mi yoksa tek tek ülkelerle mi işbirliği yapacağı sorusu tartışılacak önemli bir sorudur. Kısa ve net cevabımızı hemen vermek gerekirse: her ikisi de.
Çeçe Sineği Küçüktür Ama!
Bu soruya cevap vermeden önce Afrika kıtası ile ilişkilerin kurumsallaşması söylemine geri dönelim. Kurumsallaşmak için belli bir dizi kurumların olmuşturulması gerekiyor. Türkiye’nin kıta ile ilişkilerinin kurumsallaşması için donanımlı kurumları maalesef henüz yok. İşadamları belli bir örgütlülük ve kurumsallaşma içindeler, doğru ama iş çevrelerinin kurumsallaşmış olması yeterli bir koşul değil. Bahsedilen kurumsallaşma çok daha kapsamlı bir kurumsallaşma. Bir örnek üzerinden hareket edelim.
Gana seferini yapan Türk Hava Yolları hosteslerinden birinin çeçe sineği ısırması üzerine hayatını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı hatırlardadır. (http://www.milliyet.com.tr/kabin-memurunu-cece-sinegi-isirdi-uyku-hastaligina-yakalandi/gundem/gundemdetay/15.02.2013/1669224/default.htm) Çeçe sineği uyku verdiği gibi tedavi edilmediği takdirde ölümle sonuçlanan hastalığa neden olabilir. Hostesimize teşhis konulamaması, onun hayatını tehlikeye atmış, ancak yurtdışından getirtilen ilaç sayesinde kurtulabilmişti. Bu örnekten hareketle, Somali’de hastane açan Türkiye’nin tropik hastalıkları çalışacak, bunları teşhis ve tedavi edecek donanımda örneğin Londra’daki “School of Hygene and Tropical Medicine“ (Hiyjen ve Tropik Hastalıklar Okulu) türünde bir tıp fakültesi ve hastanesi yok. Bahsedilen küçük bir klinik veya bir laboratuar kurulması değildir. Çok daha kapsamlı, tropik hastalıkları, hatta bir Ebola veya HIV-AIDS gibi yaygın salgın hastalıklar araştırabilecek donanımda olan tıp fakültesi ve hastanelerin oluşturulmasıdır. Bu tür uzman sağlık kuruluşları Çin, Hollanda, Fransa, İspanya, Portekiz gibi ülkelerde bulunuyor. Bizde de ivedilikle kurulmalı ve çalışmaya başlamaları gerekiyor.
Benzeri şekilde flora ve fauna’yı çalışacak uzman botanik bahçelerimiz yok. Disiplinler arası çalışma üretecek, tarih, iktisat, sosyoloji, etnografya, kültür, antropoloji çalışmaları yapacak araştırma fakültelerimiz yok. Burada ünversitelerin bünyelerinde açılan “araştırma ve uygulama“ merkezlerinden bahsetmiyoruz. Bu aşamada ihtiyaç duyulan çok daha kapsamlı, kendi bütçesi olan uzman kurumlardır söz konusu olan. Örneğin İngiltere, Hollanda, Fransa ve son zamanlarda da Çin Halk Cumhuriyeti’nin bu tür araştırma odaklı üniversiteleri var. Bizdeki, “Dil, Tarih, Coğrafya Fakültesi“ gibi uzman eğitim ve araştırma sağlayacak üniversite birimlerinin kurulması gerekiyor. Güvenlik ile ilgili olarak giderek artan bir şekilde vurgulanan kalkınma bağlantılı güvenlik kavramı Harp Okullarımız ve Harp Akademilerimizde çalışılarak bu tür yapılanmaların oluşturulması gerekiyor. Medyanın, bankaların, sigortacılık hizmetlerinin Afrika vurgusu yapan birimlerinin oluşması ve uzmanlaşması gerekiyor. Bu kurumların oluşturulması belli bir kaynak aktarımını, siyasi iradeyi ve yetişkin insan gücünü gerektiriyor.
Bu tür bir kurumsallaşmanın en etkili şekilde oluşması ve kullanılması nasıl sağlanabilir? Burada öne çıkan husus işbirlikleridir.
Başta Afrikalı ortaklarla yapılacak işbirliği. Örneğin Somali’de ve pek çok başka bölgede açılan sağlık kurumları ve hastaneleri, orada çalışan Afrikalı ortaklarla Türkiye’deki uzman kurumlarını desteklemek üzere organize edilmelidir. Afrika ile ilişkilerin kurumsallaşması bu kurumların aracılığı ile karşılıklı olarak oluştuğu takdirde kalıcı olur. İkincisi ise Batılı müttefikler ve Çin, Brezilya, Hindistan gibi ülkelerle yapılan ortaklıklar üzerinden etkinlik sağlanabilir. Türkiye zaten kurumsal anlamda Batı dünyası ile entegredir. Buna yukarıda bahsedilen uzman kurumların oluşturulması sonrasında Afrika boyutunun eklenmesi zor olmayacaktır.
Bunlardan birinci yolu takip etmek için tek tek ülkelerle işbirliği olanakları geliştirilirken ikinci tür işbirlikleri için AB ve Afrika Birliği türünden kurumların ortak eylem planlarına dahil olunarak bilgi aktarımları sağlanabilir. Bu anlamda, Türkiye ulaştığı bugünkü konumuyla Afrika’da ilişkilerini kurumsallaştırmak istiyorsa diplomasinin ötesinde düşünce sistemleri geliştirmek zorundadır. Bu da birden fazla stratejiyi birbirini besleyecek şekilde bir elden ko-ordine etmeklee mümkün olabilir.
Yanı son olarak, Türkiye Dışişlerinden ayrı olarak başta ülke temelinde faaliyet gösterecek aynı zamanda küresel stratejisi içinde iktisadi, siyasi, idari faaliyetlerini uyumlulaştıracak ve deniz aşırı ülkeler ile kurumsal yapılarını ko-ordine edecek kurumsal idari örgütlenmesini bunun getireceği yükün fizibiletesini ayrıntılı olarak çalışarak tamamlamalıdır.
“Yeni Türkiye’nin, Yeni Afrika“ stratejisi ancak bu çerçevede kalıcı başarılar üretebilir.